1 Ekim 2012 Pazartesi

Büyük Kaptan'a Mektup

"Biraz sonra uçağa bineceğim. O dakikadan sonra, Brezilya size uzak, Türkiye bana yakın olacak. Evet, birazdan peronda yavaş adımlarla yürüyeceğim. Önce arkama bakmak istemeyeceğim, gözlerimle savaşacağım. Çok kısa sürecek. İlk adımda yenileceğim. Başımı arkaya çevirdiğimde milyonları görmek, milyonlarca sevgiyi bırakıp gitmek zor olacak, olmalı.

Dianne’ya sesleneceğim çok kısık sesle. ‘Bak diyeceğim, bak neleri bırakıyoruz…’ Dianne’a gülümseyecek bana. Sıcak bir öpücük kondurabilir o anda, belki hiçbir şey yapmaz. Öylece beklerim ben yine. Bu aşkı ona söylemezsem, buradan nasıl giderim. Sonra kızlarımı kucağıma alacağım, bavulumu bırakıp. Onlar ağlayacaklar. Seviyorlarsa babamı bu kadar, neden gidiyoruz? diyecekler… Susacağız eşimle. Cevap veremeyeceğiz. Kızacağız kendimize.


Bir el yükselecek başımdan yukarı. Hüzün kokacak baştan sonra. O el hiç inmek istemeyecek. Hep veda sürsün, gitmek anlamını yitirsin ve unutalım bu terkedişi dileyecek. Arkamı o bayrağa dönmek olacak en zoru. Eli yere indirdiğimde, hızlıca hareket etmeliyim. Birkaç saniye daha beklersem, önce kızlarımı salacağım geriye. Sonra biz yürüyeceğiz Fenerbahçe’ye… İçimden sayacağım tek tek. Ve o anda ayaklarımı çok şık bir hareketle uçağa doğru çevireceğim. Dayanamacağım. Çökmek isteyecek dizlerim. Karıma tutunacağım, kızlarıma dua edeceğim…


Arkadaki şarkıları bırakmak en zoru, en acı vereni bu olacak. Duymak isteyip, bekleyemeyeceğim mesela. Her haftasonu sevemeyeceğim tekrardan. Şükrü Saraçoğlunda gol sevinci yaşamaktan öte, bir taraftarı dünyanın en mutlu insanı yapamayacağım… Üzülüyorum. Kapılar açılacak birazdan. Beklemekte fayda var az daha.


Birkaç sene kaldı bu sahneyi yaşatmaya size. Duygularımı tahmin edemezsin büyük Fenerbahçe taraftarı. Sizden ayrılmayı düşünmek, aile fertlerinden birini kaybetmek gibi olacak, olmalı.

Ama daha var, o şık hareketi yapmaya daha süre, o ellerin kaldıracağı kupalar var...

ALEX DE SOUZA
"


Sen yazdın bunu bize kaptan. Kupalar kaldıracağız dedin, bir kaç sene daha var dedin, hazırlamaya çalıştın bizi kaptan. Hazırlanamadık biz, hazırlanamadın, hazırlatmadılar bizi kaptan. Ayrılık zamansız geldi kaptan.

Küçükken ağlardım ben, hasta olduğumda. Geçmeyecek gibi gelirdi hiç çünkü, geçmezdi de. Sabah uyandığımda hasta olduğumu farkedersem ağlardım, gün içinde geçmezdi çünkü. Uyurken geçerdi sadece o hastalıklar hep, yatardım yine bir ümitle. Uyanırdım, yine geçmezdi. Ağlardım. Yine geçmeyecek kaptan, yarın uyandığımızda sen yine olmayacaksın burada. Bundan sonra  hiç olmayacaksın. Kaptan'ım... Ağlardım, ağlıyorum.

Küçükken ağlardım ben kaptanım, çaresiz kaldığımda. Babam bir şeyi yasaklardı, elimden bir şey gelmezdi. Çaresizliğime ağlardım. Bağırıp çağıramazdım da. Sessizliğime ağlardım. Bugün de seni yasakladılar bize kaptan, seni izleme şerefini yasakladılar bize mabedimizde kaptan. Yine bir şey gelmiyor elden, yine ağlıyorum kaptan. Ağlardım, yine ağlıyorum.

Küçükken ağlardım ben kaptan, yenildiğimiz her maçtan sonra. Ertesi gün okulda dalga geçeceklerdi çünkü kaptan. Bir maç iki maç yenilmek koymazdı da, başkasının diline düşmek zordu kaptan. Kazanılan her maçtan sonra nasıl çocuk gibi seviniyorsam, kaybettiğimiz her maçtan sonra da çocuk gibi ağlardım kaptan. Fenerbahçe her şeydi çünkü, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu'ydu, Fenerbahçe bilet kuyruğuydu, Fenerbahçe yağmurluklarımızdı bazen, atkılarımızdı, Kadıköy'dü Fenerbahçe, ne mutlu seni sevene'ydi. Göz yaşıydı Fenerbahçe; ağlarken de, gülerken de. Bazen Ortega'ydı Fenerbahçe, bazen Abdullah'tı, bazen Tuncay'dı, Semih'ti, Lugano'ydu Fenerbahçe. Ama en çok da Alex'ti Fenerbahçe kaptan. Bazen frikiklerinde tutulan nefesti Fenerbahçe, attığın her arapastan sonra "Yok artık"tı. Alex sahanın içinde koşan Felipe'ydi bazen Kaptan'ım, İstiklal Marşı'nı okuyan kızlarındı. "Alex bugün sallar 2 tane"ydi bazen Fenerbahçe, "Galatasaraylıyım/Beşiktaşlıyım ama büyük adam bu Alex"ti bazen. "Fener'den nefret ederim ama Alex başka"ydı Fenerbahçe.

Bizi çekemediler kaptanım, olmadı. 8 yıl verdiğin emekleri biz böyle ödedik kaptanım. Heykelini diktik, 2 hafta sonra paf takıma yolladık seni kaptanım. Biz senin değerini bilemedik, ama bil ki bir kez daha Saracoğlu'nda golüne sevinmek için dünyayı yakardık be kaptan. Ah be kaptanım, böyle olmamalıydı. Ama unutmayız biz bunu kaptan. Bu burda bitmez kaptan, bu yapılanların farkındayız. Susmayız biz kaptan, layık olacağız sana. Her bir golüne layık olacağız, her bir asistine. Kucakladığın, kucaklattığın, sevindiğin, sevindirdiğin her bir kupaya layık olacağız kaptan. 


Galatasaraylısı veya Beşiktaşlısı, üç büyük takım tarafından da sevilen bir adamdın sen kaptan. Üç takımı geçtim, 18 takımı geçtim, tüm ülke tarafından sevilen bir adamdın sen. Sen bizden biriydin kaptan, sen bizle üzülendin, bizle sevinendin kaptan. Biz alışık değiliz bunlara kaptan, ama biz bizi seveni böyle yolluyoruz kaptan. Biz "Gerekirse bedava oynarım" diyenleri değil, ilk fırsatta parasını alıp kaçmaya çalışanlara tapıyoruz kaptan. Biz oyununa bakan adama değil, taraftara oynayan adama tapıyoruz kaptan. Ama bugün biz de susmuyoruz kaptan, bugün bitti o devir. Bugün Fenerbahçe'nin birin ikinin değil, 25 milyonun olduğunu gösteriyoruz kaptan. Gösteriyoruz, göstereceğiz de. Bugün seni bu hale düşürenleri rahat uyutmayız biz kaptan. Karşısına dikiliriz biz, belki sen bunu da istemezsin ama yapacağız kaptan. 3 Temmuz'da yıkılmayan susmayan biz, 1 Ekim'de de susmayız, unutmayız bugünü kaptan.

Sen çocukluğumdun benim kaptan, senle büyüdüm. Senle büyüdük. Lefter'i vardı büyüklerimizin, izleyemedik biz. Rıdvan'ı vardı onların, izleyemedik. Ama başımız dik, Alex'imiz vardı bizim de. İleride çocuklarımıza torunlarımıza Lefter Rıdvan dedikten sonra, Alex de diyebileceğiz biz kaptan. Hem de izledik diyebileceğimiz, efsanemizdi o bizim diyebileceğimiz. Mahalle arasındaki maçlarda "Alex benim sen başkası ol" diye tartıştığımız adamdı o diyebileceğiz biz çocuklarımıza kaptan. Sen bizim için asla sadece bir oyuncu olmadın kaptan, sen bizim için adam gibi adam oldun. Sen bizim için idol oldun, kaptan oldun, Fenerbahçe oldun. Her maç öncesi "Alex'imiz var" oldun, "Alex'e dikkat etmeliyiz onu durdurursak yeneriz bunları" oldun. "Yine durduramadık bu adamı" oldun. Sen asla sadece bir oyuncu değildin kaptan, olamazdın da. Olmadın da.

Özür dileriz be kaptanım, böyle olmamalıydı. 8 yılın ödülü bu olmamalıydı. Bugün sen gittin ya kaptanım, Fenerbahçe belki hala Fenerbahçe kalacak. Ama asla benim çocukluğumdaki "Fenerbahçe" olmayacak, eksik kalacak bir taraf hep be kaptanım. "Öyle olmasın ben sadece futbolcu" dediğini der gibi oluyorum kaptanım, o hayranlık duyduğun milletin diliyle konuşmaya çalıştığını duyar gibi oluyorum, ama elimde değil kaptan. Aşık olduğum kulübün kaptanıydın sen kaptan, efsanemdin, efsanemizdin kaptan. Kusura bakma ama bir tarafım eksik kalacak hep kaptan. O havaalanından el sallayıp giderken mektubun gelecek aklıma kaptanım, bu yapılanlar gelecek aklıma. Ağlayacağım kaptanım, aynı küçük çocuklar gibi. Üstümde Fenerbahçe formamla, yenildiğimiz maçlardan sonra stattan çıkarken yaptığım gibi, efsanemin gidişine ağlayacağım. Seni izlediğim için gururlanacağım, izleyemeyeceğim için de ağlayacağım kaptan.

Bunu da ekleyeyim kaptanım, adamlığın kitabını yazan sen önsöz yaparsın belki kaptanım.

"Bir Galatasaraylı Alex de Souza'yı neden sever?"

+ Diğer takım arkadaşları gibi oyunu soğutmak yada çirkeflik yapmak yerine oyununu oynamaya çalıştığı için sever.


+ Takım arkadaşları attığı gole tahrik edici sevinçler yaparken, fazla gol atmasına rağmen gol sevinçlerini adam akıllı yaşadığı için sever.


+ Twitter'da kendisine sorulan sorulara, sempatik cevaplar ve tweetler attığı için sever.


+ Şehitlerimizin acısına ortak olduğu için ve buna özen gösteren ender futbolculardan biri olduğu için sever.


+ Müslüman bir ülkede Kur'an-ı Kerim okuduğu ve ailesi ile birlikte Türklere önem verip Türk hissettiği için sever.


+ Heykeli açıldığı gün "Ben bu takımın sadece bir küçük parçasıyım" diyip, göz yaşı döktüğü için sever.


NOT: Galatasaraylı taraftarlar, rakip futbolcularının "adam" olanını sever, Alex bunun ender ve en iyi örneklerinden biriydi, yolu açık olsun.
"



Kaptan'ım, son bir şey. Seni hiç bir zaman unutmayacağım, unutmayacağız. Kaptan'ım, yolun açık olsun.

13 Eylül 2012 Perşembe

Slender Man Serisi


Bu aralar youtube'daki lets play'ciler sayesinde iyiden iyiye salgın gibi yayılan Slender Man serilerinden bahsetmeden geçmek pek doğru olmaz. Özellikle sürekli geliştirilen yeni mapler sayesinde oyun sürekli güncel tutuluyor ve bu da insanların ilgisini çekiyor. Son olarak bu hafta içerisinde bir map daha yayınlandı ve haftasonu yeni bir map daha gelecek. Başlasam mı diye düşünenler için oyunun güncel tutulmasının önemli olduğunu düşündüğümden bu bilgiyi veriyorum başta. İndirmek için oyunların linklerini de bulabilirsiniz yazıda.

Öncelikle kim bu Slenderman? Ünlü Something Awful forumlarında yaratılmış bir hayali kahraman. Çılgınlık zamanla yayılınca Marc Steen adlı arkadaşımız da oyununu hazırlamaya karar veriyor. Kahramanımız, bir nevi kendimiz oyunda bir kızız. Karanlık bir orman içerisinde 8 tane kağıt parçasını toplama görevimiz var, tek çıkış yolu bu. Elimizde ise sadece bir el feneri. Onun da pilini bu oyunda idareli kullanmak gerekiyor. Yaratığımız ise yüz hatları olmayan beyaz bir başa, upuzun kollara ve çok ince bir vücuda sahip. Üstelik hiç bir şekilde saldırmıyor, sadece aniden ortaya çıkıyor ve uzun süre yüzüne baktığınızda oyunu kaybediyorsunuz. Pek korkunç gelmiyor olabilir ancak gerek ortaya çıkış efekti gerekse o anki oyun atmosferi olsun oyun insanı oldukça geriyor. Özellikle o oyunda tuvaletlerin olduğu bölüm için gerilimin en üst düzey olduğu bölüm diyebilirim, bana kalırsa oyunun başında ilk oradaki kağıdı aramak gerekmekte. Kağıtlar serinin bu oyununda sabit değil, bir önceki deneyişinizde kağıdı bulduğunuz bir yerde sonraki denemenizde kağıt göremeyebilirsiniz. Bu da oyunu zorlaştıran belli başlı sebeplerden. Son olarak oyunun tek ve en önemli kuralı: Sakın arkanıza bakmayın!


Oynanış itibariyle çok kolay gözüken oyun kısa zamanda bir fenomen haline gelip yayıldıkça yeni mapler yapılma ihtiyacı da doğdu. Bu durumda da bir kaç kişi işe el atmaya karar verdi ve yeni oyunlar çıkarılmaya başladı. Dikkatli takip ettiğim için bu oyunları da size iletebileceğim.

Öncelikle bu ilk oyunun Day Mode versiyonunun olduğunu belirteyim, tamamen gün ışığı altında dolaşıyorsunuz ancak ona rağmen gerilenler olabiliyor.

Bu oyundan sonra çıkarılan ilk map'e gelelim şimdi; Slender Man: Sanatorium.

İlk oyuna göre çok daha karanlık bir atmosfere sahip Sanatorium'da özellikle yeni eklenen müzikler göze çarpıyor. Bir binanın içinde olduğumuz bu oyunda bu sefer ilk oyundaki kızın babası durumundayız. Yine sadece bir el fenerimiz var, uzun koridorlar ve odalar yüzünden her köşe başını dönmeden önce olacaklara kendinizi hazırlıyorsunuz. Kağıtların üzerinde yazanlar da değiştirilmiş durumda. Her kağıdı aldığınızda müzik daha da germeye başlıyor, tabi yaratığımızın bu sefer çok daha agresif olması da işimizi zorlaştırıyor. İlk oyunun aksine sadece arkanıza baktığınızda ortaya çıkmıyor, birdenbire önünüzde de belirebiliyor. Son olarak burada da 8 kağıt topluyoruz ancak iş orada bitmiyor, kağıtlar bittikten sonra çok seri bir şekilde çıkış kapısını bulmanız ve kaçmanız gerekmekte. Aksi takdirde; mutlu son. İndirmek için tam buraya tıklayın.


Şimdi serinin diğer bir oyununa geçelim. Sanatorium'dan sonra adeta boyut değiştiren oyundan sonra map çalışmaları iyice hızlandı. Ve sonunda da ortaya Slender Man: Hospice çıktı.

Bana göre bu oyunda yaratığımız öncekine göre çok çok daha pasif bir durumda. Fazla saldırgan davranmıyor ve ortaya çıktığında yanınızda bile olsa kolayca kurtulabiliyorsunuz. İlk iki oyunda bu çok zor. Yine de atmosfer olarak üst düzey olduğunu söylemeliyim. Odalar oyunda sürekli tetikte olmanızı gerektiriyor çünkü her köşe başı ayrı bir gerilim demek. Yine de diğer iki oyuna göre vasat kaldığını söylemeliyim. Oyunu indirmek için şuraya tıklayabilirsiniz.


Bu diğer ikisine göre vasat kalmış oyundan sonra bir patlama yapmak zorundaydı seri, hemen yeni bir map daha çıkarıldı. Slender Man: Elementary.

Öncelikle seride henüz oynama fırsatı bulamadığım tek oyunun bu olduğunu belirteyim. Bu yüzden oyun hakkında herhangi bir görüş belirtemiyorum (ilk 3 oyun aksine kağıt yerine ayıcık topladığımızı biliyorum bir tek) ve indirme linkini verip serinin çıkan son oyununa geçiyorum.


Veee son olarak geldik hafta başı çıkan serinin son oyununa. Son oyun dediğime bakmayın devamı gelecek, yeni planlanan oyunların listelerini de yazacağım ama şu an piyasada en son bu var. Oyunumuzun adı: Slender Man: Mansion.

Bu oyundaki hikaye özetle şu: Slender Man'e yakalanıp karanlığına hapsolmuş bir adam var, bundan kurtulmak için çocukluğunun geçtiği eve dönüp 12 hafıza hatırlatıcı nesneyi toplaması gerekiyor. Aksi takdirde girişte belirtildiği gibi sonsuz karanlığı içine hapsolacağı söyleniyor. Belirttiğim gibi bu sefer de ortada kağıtlar yok. Oyun atmosferine gelecek olursak; söylenecek hiç bir şey yok gerçekten. İnanılmaz bir atmosfer hazırlanmış, ürkmemek elde değil. Eklenen pencereler bile dışarı bakarken ürkütebiliyor. Tam 3 katlı bir evdeyiz, her katta 4 momento olduğunu belirteyim. Kilitleri bulup katları çıkıp inebiliyorsunuz. Yani momentolar harici bir de kilitlere ihtiyacınız var. Oyunu bitirdikten sonra yine acilen çıkış kapısına ulaşmanız gerekmekte, bu yüzden önerim en sona oyuna başladığınız katı bırakmanız, önce yukarı ve aşağı katları halledin ki son 4 kağıdı da bulduktan sonra daha kolay kaçabilesiniz. Kesinlikle önerdiğim bu oyunu da buradan indirebilirsiniz.


Evet şu ana kadar çıkarılan oyunlar bu kadar. Bir de Slender Man Mod denen bir oyun daha var etrafta dolaşan ama onu burda anlatmadım. Şimdi çıkması planlanan oyunlara geçelim:

Slender Man: Claustrophobia (16 Eylül 2012)

Tam ismi ve tarihi netleşen oyun bu, Pazar günü çıkıyor. Eylül ayı bitmeden bunun dışında 1 map daha hazırlanması bekleniyor. Ekim ayında ise 2 map daha hazırlanacak. Aralık'ta da Christmal özel mapi hazırlanacağı belirtilmiş.

Toparlamak gerekirse, serinin her oyununu sırayla denemenizi öneriyorum. Gerilim her seferinde daha fazla artıyor, zaten sırayla bitirmeye karar verirseniz uzun bir zamanınızı alacaktır. Pek sıkacağını da düşünmüyorum, şimdiden keyifli oyunlar.

Blog yazarına ulaşmak için " http://twitter.com/#!/eraykskci "  adresini takip edebilirsiniz.

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. Herkese iyi günler.

11 Eylül 2012 Salı

Müziğin Kötü Çocuğu: Heavy Metal

Çocuk dediğime bakmayın, aradan geçen 40 küsür yılda çok şey gördü geçirdi metal müzik. Olgunlaşma dönemini çoktan atlattı, artık kabul ettirdi kendini tüm dünyaya. Londra'nın arka sokaklarında bir grup genç tarafından yapılmıyor sadece en azından. "Çocuk dediğime bakmayın" dediğime de bakmayın aslında, ne bir blues kadar, bir jazz kadar, bir Beethoven kadar, ne de bir Bach kadar eski değil. Ama en az onlar kadar, hatta belki de onlardan bile daha fazla hayran kitlesine sahip.

Bu yazıda aslında o 40 yılın tamamına elimden geldiğince göz atmaya çalışacaktım, ama bunla ilgili kaynaklar zaten mevcut. Belgeseller de var, meraklıları oralardan her şeyi öğrenebilirler. Yine de ileriki bir zamanda böyle bir yazı yazacağımdan da kendi adıma çok emin olduğumu söylemeliyim.

Bu yazının asıl amacına gelecek olursak; "İlk metal şarkısı?" sorusuna bir cevap vermek. Bu uzun yıllardır çok tartışmalı olan bir konu, net bir cevap vermek imkansız. Kimisi Blue Cheer'in "Summertime Blues" cover'ı için ilk metal soundlu şarkı diyor; kimisi Beatles'tan "Helter Skelter" için o görüşte bulunuyor, kimisi Pink Floyd'dan "Nile Song" diyor. Kimisi de, ki bunların arasında ben de varım, Black Sabbath'in grup ismiyle aynı adı taşıyan albümünün ve yine aynı ismi taşıyan şarkısının bu alanda bir ilk olduğunu düşünüyor.

Şimdi zamanda 42 yıl geriye gidiyor ve belki de heavy metal türüne tam anlamıyla sokulabilecek ilk şarkı olan Black Sabbath'a uzanıyoruz:
 
                                      

Blog yazarına ulaşmak için " http://twitter.com/#!/eraykskci "  adresini takip edebilirsiniz.

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. Herkese iyi günler.

14 Ağustos 2012 Salı

NBA'de Değişen Güç Dengeleri

Bu yazıyı yazmayı uzun zamandır planlıyordum aslında, son Howard takasından sonra da zamanının geldiğini düşündüm. Lig bambaşka bir hal almaya başladı çünkü, süperstarlar bir bir toplanıyorlar aynı takımlara. Amaç aynı; yüzük almak. Yüzük almak tabi ki çok önemli bir olay bu oyunda, bu ligde. Ama yine de bir şeylerin yanlış yapıldığı hissi de uyanıyor çoğu izleyicide.


Bu aralar çokça duymaya başlamışsınızdır; "NBA'in eski tadı kalmadı, eski heyecanı yok, eskiden böyle miydi?" vb cümleleri. Herkes ikiye bölünmüş durumda. Bir bölüm bu görüşe katılırken diğer bölüm tamamiyle reddedip artık daha zevkli olduğunu savunuyor. Daha zevkli diyen bölümün de yeni nesil NBA seyircileri olduğunu belirtmek isterim, eskilerden de çok çok nadir de olsa "Şu an daha zevkli bir lig" diyenler var.

Bana sorarsanız ben de eski izleyicilerden olarak ligin son halini pek ilgi çekici bulmuyorum. Çoğu maç izlenmiyor bile, lig zevkli diyenler için söylüyorum, hanginiz bir Toronto-Cleveland maçını ilgi çekici buluyorsunuz? Veya bir Hornets-Wizards maçına ne dersiniz? Bobcats'in maçlarını da 4 gözle beklediğinizi itiraf edin hadi, hatta bundan sonra Magic de çok ilgi çekici maçlara imza atacaktır, kaçırmasanız iyi edersiniz.

Bu takımların maçları izlenmiyor, izlense bile hava atışı yapılmadan uyuyakalınması kaçınılmaz. O derece sıkıcı karşılaşmalar, bu maçlara taraftar çekmek de kolay değil. Üstüne para verseniz gitmeyecek adamlar var. "Ligin popülaritesi artsın diye bunlara izin veriliyor." derken izleyici kaybedildiğinin de farkında olmak gerek aslında. Eskiden mesela, az önce saydığım takımların maçları daha çok izlenirdi, en azından izlenirdi. Toronto Chris Bosh için, Cleveland'ı söylemiyorum bile, Orlando izlenirdi, Phoenix izlenirdi. Artık izlenmeyecekler.


Çekişme ne alemde peki? Ben bir çekişme göremiyorum; Miami Lakers Oklahoma üçlüsü arasında geçecek sezon. Halbuki bir kaç sezon öncesine kadar da net bir şekilde gördüğümüz gibi, her bir süperyıldız bir takımı playofflarda ileri götürmek için yeterli. Ama süperyıldızsız çoğu takım bir hiç durumunda. Bakın Bulls'a, en yakın örnek onlar. Rose sakatlandı, ortada takım kalmadı. Bakın Magic'e, Howard oynamayınca sayı atamıyorlar. Cleveland'a bakın, Lebron gittikten sonra iyi oynadıkları tek maç yok. Toronto öyle keza, Bosh gittikten sonra adam gibi galibiyet yüzü göremediler. Phoenix'e de tanık olacağız, Nash'siz nasıl dibe vuracaklar bakalım. Hornets'i de gördük ayrıca Chris Paul'süz.

Dediğim gibi, eskiden çok fazla takımın şampiyonluk şansı vardı. Hemen her takımın bir süperyıldızı vardı, takımlar arasında uçurum yoktu. Herkes herkesi yenebiliyordu, şimdi öyle mi? Bazı takımların iki, bazılarının 3 hatta 4 süperyıldızı var. E bu ligde her saniye bir süperyıldız da yetişmediğine göre en fazla 10 takım dışında hepsi boş kalıyor. İyi oyuncuları var belki ama süperyıldızları yok. Bazılarının adam gibi oyuncusu bile yok. Bobcats'in çoğu takımı yenmesi imkansız, Kings'in öyle, Raptors'un öyle, Cleveland'ın öyle. Bu takımların play-offa girme şansı bile yok. Yer işgal ediyorlar sadece o kadar.

Siz kendi tuttuğunuz takımdan düşünün mesela, futbol takımı ama. X takımının taraftarısınız, takımınıza bir yıldız oyuncu buldunuz, yetiştirdiniz geliştirdiniz. Bir kaç sezon oynadı, parladığı an hop büyük bir takım geldi aldı. Yine eliniz boş kaldınız, yeni bir yıldız çıkana kadar bekleme moduna geçtiniz. Yenisi geldiğinde o da gidecek gerçi, siz de biliyorsunuz. Bu gerçekten üzücü bir durum, taraftarlar içinse hayattan soğuma nedeni. Lebron formalarının yakıldığı günleri unutanınız var mı?


Sonuç olarak; böyle bir kaç takımın arasında geçen bir ligin zevkli olduğunu kim söyleyebilir ki? Nash-Kobe-Artest-Gasol-Howard 5i ile başa çıkabilecek takım sayısı en fazla 5 6 tane. Gerisi çok zor. Şunu kabul ediyorum bakın, bu 5i izlemek çok zevkli olacaktır. Miami-Lakers olsun, OKC-Miami olsun, diğer büyük takımların birbirleriyle yaptıkları maçlar çok çok keyifli geçecektir. Ama ya diğer maçlar? Bu süperyıldızlar takımlarında kalsaydı eğer daha çok zevkli maç izleyecektik. Bu şuna benziyor, ağzınıza her seferinde birer sakız atarak daha uzun süre tat almak mı, yoksa hepsini aynı anda atıp daha kısa zamanda daha çok tat almak mı? Ben olayın süreklilik tarafında olduğumdan daha çok keyifli maç isterdim. Tek maçta aşırı eğlenip sonra orta düzey bir Avrupa Ligi takımı kalitesindeki takımların maçlarını izlemek zorunda kalmak hiç de hoş bir durum değil çünkü.

Peki kim bunun suçlusu? Bunun için kimseyi suçlayamazsınız aslında, NBA yönetimini de suçlayamazsınız, oyuncuları da suçlayamazsınız. Herkes yüzük kazanmak ister, oyuncuların mentaliteleri bu yüzden biraz daha değişmiş durumda bu yıllarda. Aceleci davrandıklarını söyleyebiliriz ama, Lebron bir kaç sezon daha kalabilirdi mesela. Ama Nash artık kariyerini noktalamak üzere, onun Lakers seçimi beni mutlu etti örneğin. Yüzük almasını umuyorum Nash'in.


Burda Oklahoma City Thunder'a da kısa bir paragraf ayırmadan geçersem ayıp olurdu. Draftlarla kurdukları 2 süperyıldızlı kadroları ve yanlarıına yerleştirdikleri muhteşem ek parçalarla gerçekten bileklerinin haklarıyla bu noktaya geldiler. Kadrolarını korumayı başarırlarsa bir kaç sezon içerisinde bir yüzük onları bekliyor bana kalırsa, kaldı ki bu Lakers ile Batı'da başa çıkabilecek tek takım görünümündeler. İşin özü; Thunder yönetimini oldukça başarılı buluyorum.

Durum özetle böyle, NBA'de güç dengeleri artık allak bullak. Güçlü takımlar daha da güçleniyor, zayıf takımlar daha da zayıf hale geliyor. Aradaki makas iyice açılıyor, yeni sezonda artık çok daha az zevkli maç izleyeceğiz, çok daha az takımın maçını takip edeceğiz. Bu maçlarda geçen sezonlara göre daha fazla zevk alacağız ama, çok az böyle maç olacak. Çünkü bu kadrolara sahip takım sayısı az. Yine de herkesin zevki kendine, böyle olmasından hoşnut olan da var. Biz yine de NBA NBA'dir diyerek keyif almaya çalışalım her maçtan, bakalım bu dengeler nereye kadar bozulacak?

Blog yazarına ulaşmak için " http://twitter.com/#!/eraykskci "  adresini takip edebilirsiniz.

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. Herkese iyi günler.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Dream Team 2: 2012 Londra Olimpiyatları

Bir olimpiyat maratonunu daha dün itibariyle geride bıraktık. Bir çok branşta inanılmaz performanslar, olimpiyat ve dünya rekorları, kazanan ve kaybeden favoriler gördük. Yeri geldi tüm dünya ile aynı anda aynı yarışı izledik, yeri geldi "Benim dışında şu an bu yarışı izleyen var mıdır lan acaba?" dedik. Sonuç olarak genel kanıya bakılırsa eğlendik.

Biz işin basketbol kısmına bir göz atalım. Bu olimpiyatlara girerken hiç kimsenin basketbolda altın madalyanın kime gideceği konusunda bir kuşkusu yoktu. Dünyada basketbolun başkenti olan Amerika olimpiyatlara rüya bir kadroyla geliyor, otoriteler başta olmak üzere tüm dünya 92' Rüya Takımı'nı anımsıyordu. O takım olimpiyatları yerle bir etmiş, adeta tarihin en büyük hezimetini yaşatmıştı dünyaya. Bu takımın da pek eksik bir tarafı kalmayacağını düşünüyordu herkes, iki takım arasında da atışmalar yaşanıyordu sürekli. "Biz onları yeneriz, rüya görmesinler" gibi gibi. Bu yazıda Amerika'nın bu olimpiyatlardaki rekorlarına değineceğim ancak önce kısa kısa cümlelerle yaptıkları maçlara bakalım.


İlk maçı Fransa karşısında 98-71lik bir skorla çok rahat geçti Amerika. Çok iyi bir performanstı fakat herkes daha iyisinin olabileceğinin farkındaydı yine de.

Daha sonra Tunus karşısına çıktı Amerika. Herkes farkın 40ı geçip geçmeyeceğini konuşuyordu, durumu özetlemek için gösterilebilecek en büyük kanıt da bu sanırım. Nitekim Amerika 110-63 ile 47 farklı bir galibiyet daha elde ederek izleyenlere rüya takımın devamını göstermeyi başarıyordu.

Gruptaki 3. maçta ise bir tarihe imza atılıyordu. Nijerya karşısında 156-73lük üstünlük kuran Amerika 83 farka ulaşarak olimpiyat rekorunu kırıyordu. Bu galibiyetle de "rüya takımdan iyiler" diyenlerin sayısı iyice artıyordu.

Grubun 4. maçında biraz rehavet, biraz da güçlü Litvanya ekolü Amerikan'ların ayağının biraz da olsa yere basmasını sağlıyordu, oldukça zorlanan Amerika 99-94le sahadan galip ayrılıyordu.

Grubun 5. ve son maçında Arjantın'le oynayan Amerika Ginobili'nin tüm çabalarına rağmen yine çok rahat bir galibiyet elde ediyordu, 97-126. Artık sıra eleme maçlarına gelmişti.


Çeyrek finallerde Avustralya ile oynayan Amerika için maç beklenildiği gibi kolay geçiyordu, 119-86.

Yarıfinalde bir kez daha Arjantin'i konuk eden Amerika yine rahat bir maç çıkarıyor, 109-83 kazanarak finalde İspanya'yı beklemeye geçiyordu.

Final beklenildiğinden zor geçiyordu, Amerika'ya her zaman ters gelen İspanya bu sefer de oldukça zorluyordu, sonuna kadar başa baş bir maç götürmelerine rağmen altını 107-100 yenilerek kaptırıyorlardı. Böylece Amerika zor da olsa altını almayı başardı ve tüm dünyanın beklenildiği gibi basketbol erkekler branşı tamamlandı.


Şimdi geçelim rekorlarına:

*** Amerika olimpiyatlar basketbol erkek branşında 14. kez altın madalya almayı başardı.

*** Amerika milli basketbol takımı olimpiyatlarda üst üste 17. galibiyetini almayı başardı.

*** Amerika milli basketbol takımı üst üste 50. kez maç kazandı.

*** Kevin Durant ülkesi adına olimpiyat finali maçında en çok sayı atan oyuncu oldu (30)

*** Kevin Durant Amerika Basketbol Milli takımı tarihinde olimpiyatlarda 30+ sayı atan 5. oyuncu oldu; diğerleri Adrian Dantley (30, 1976), Charles Barkley (30, 1992), Stephon Marbury (31, 2004) ve Carmelo Anthony (37, 2012).

*** Kevin Durant Amerika Basketbol milli takımı tarihinde bir olimpiyatta en çok sayı atan oyuncu olmayı başardı (156 sayı). Eski rekor 1968 Olimpiyatlarında 145 sayı atan Spencer Haywood'a aitti.


*** Kevin Durant bu olimpiyatların tüm ülkeler alanında da en çok sayı atan oyuncusu olmayı başardı. Arkasından 155 ile Manu Ginobili ve 153 ile Pau Gasol geliyordu.

*** Kevin Durant ülkesi adına bir olimpiyatta en çok üçlük atan oyuncu olmayı da başardı, 34 üçlük ile. Eski rekor 17şer üçlükle Reggie Miller (1996) ve Kobe Bryant'a aitti (2008)

*** Amerika erkek basketbol takımı bu olimpiyatlarda maç başına 16 üçlük atarken diğer hiç bir takım bu alanda çift haneli istatistiğe ulaşamadı.

*** Lebron James olimpiyat kariyerinde 273. sayısına ulaştı ve bu alanda ülkesi adına 2. sıraya yerleşti, rekor 280 ile David Robinson'da.

*** Lebron James Michael Jordan (1992) ile birlikte aynı sene hem olimpiyat altını, hem NBA şampiyonluğu, hem de NBA MVP'liği kazanan 2. oyuncu oldu.

*** 1992 Rüya Takım'ı maç başına 117.3 sayı atmış ve yaklaşık 44 sayı fark ortalamasıyla oynamıştı, 2012 Amerika takımı ise 115.5 sayı attı ve 32 sayı ortalamasıyla oynadı.

*** 1992 Rüya Takımı 8 maçında da çift haneli farkla ulaşırken 2012 takımı 2 maçta 10+ fark atamadı.

Özetle, ikinci bir Dream Team kasırgası daha geçirdi dünya. Gerçekten inanılmaz oynadılar, güzel de bir final maçı seyrettirdiler İspanya ile birlikte. Artık yavaş yavaş NBA'i beklemeye geçiyoruz.

Blog yazarına ulaşmak için " http://twitter.com/#!/eraykskci "  adresini takip edebilirsiniz.

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. Herkese iyi günler.
 
 

22 Temmuz 2012 Pazar

Iron Maiden

Dünyaya ikinci kez gelme şansım olsaydı eğer, sadece müzik dinleyebilmek için gelirdim. Müzik bana kalırsa insanlığın en büyük buluşlarından biri. Müzik olmadan insanlar neler yapıyordu, müziksiz nasıl yaşıyordu çok merak ediyorum. Müzik olmadan ruhu nasıl rahatlıyordu insanların, çok merak ediyorum. Çünkü müzik öyle bir şey ki, üzgünken açar dinlersin. Çok neşeliyken açar eğlenirsin. Canık sıkkındır, sıkıntın geçsin diye dinlersin. Dertlenirsin, rahatlamak için dinlersin. Bazen rahat düşünmek için dinlersin, bazen ağlamak için. Bazen birini hatırlatması için, bazen de birini unutturması için dinlersin. Kısacası, her ruh hali için farklı bir müzik türü, farklı bir sanatçı, farklı bir grup vardır.

Mesela derdin vardır, Madrugada açarsın. Çok enerjiksindir, Slayer takılırsın. Bazen çok ters adamsındır, Amon Amarth açar ağlarsın. Kafan dumanlıdır, Duman açar, açılırsın. Sadece metal de değil, ruh haline hangi sanatçı uyuyorsa -ki bu Rihanna da olabilir, Skrillex de, Taylor Swift de, Pink de, Eminem de, Sibel Can da (Bu olmasın vazgeçtim) olabilir- onu dinlersin.

Özetle; her sanatçı, her grup, her şarkı bir ruh haline iyi gelir. Ruh haline göre yer alırlar hayatında. Mutluyken dinlemeyi bırakırsın bazılarını, bazılarını da üzgünken dinlemezsin. Ama bazıları vardır ki, hangi ruh halinde dinlersen o ruh haline uyarlar. Hatta bazen seni yönetirler, ruh halini bile kafalarına göre değiştirirler. Mutluyken denk gelirsin, ağlatırlar. Üzgünken denk gelirsin, mutlu yaparlar. Hayatının her saniyesini işgal etmişlerdir bu bazıları, ne yaparsan yap kurtulamazsın. Dinledikçe kendinden bir şeyler bulursun, tamamlarsın kendini. Fazla yoktur bu bazılarından, belki bir. Belki iki tanedirler.



Benim için bu "bazıları", Iron Maiden'dır. Maiden'a o kadar bağlıyım ki, her dinleyişimde "İyi ki bu grubu dinliyorum" diye mutlu olurum, böyle bir şansa sahip olduğum için. Maiden dinlemek büyük bir ayrıcalıktır çünkü. Her ruh haline fazlasıyla uyum sağlayan bir gruptur Maiden çünkü. En iyi dostundur bazen, Dickinson'ın sesini bazı günler en iyi arkadaşının sesinden daha fazla duyarsın çünkü. Sevdiğin kızdan değerlidir bazen, onla konuşmak istemezken kulağına Harris'in bass melodileri akıp durur çünkü.

Maiden öyle bir yere sahip ki bende, çoğu insan onlar kadar önemli olamaz benim için. Çok açık ve net bağımlısıyımdır da, bir kere bile Maiden şarkısına denk geldiğimde "Dinleyemem şu an bunu" diyip geçmemişimdir. Bir nevi saygı gibi. Gözümde müzik tarihinin en büyük grubunun üyeleri olarak gördüğüm adamlara karşı saygı için.

Yaşamdır Maiden, yavaş başlar şarkıları. Hazırlar seni diğer dakikaları için. Aynı bir annenin, bir babanın bebeğini sevgiyle kucaklaması, dünyanın içine çekilmeden önce en azından kendi kucağında rahat ettirmesi, huzur vermesi gibi.


Sonra hızlanır şarkılar, tekrar yavaşlar, tekrar hızlanır. Hayatın geri kalanını ifade eder o inişler çıkışlar. Yıkımları, zirve noktalarını belirtir, anlatır. Sevgilinden ayrılışını, çok iyi bir işe alınmanı, arabanla kaza yapmanı, belki de yeni bir eve taşınmanı, zengin olmanı anlatır. Notalarla yaşamı özetler. Şarkının bir yerinde coşarken, bir yerinde düşüncelere dalarsın. Tıpkı gerçek hayat gibi.

En sonda şarkı yine yavaşlar, hafif bir melodi ile biter. Bu da yaşamın sonunu ifade eder. Bir yaşamı betimlemiştir şarkı. Şarkı bittiğinde bir boşluğa düşersin, saniyeler sonra yeni şarkı başlayana kadar. Yeni Maiden şarkısı, yeni bir hayat demektir. Her şarkı, farklı bir hayat.

Maiden benim için asla sadece bir müzik grubu olmadı, her denk gelişimde beni mutlu eden bir şey zaten sadece bir müzik grubu olamaz. Çok daha büyük, çok daha farklı, çok daha doğaüstü bir şey Maiden. Tek başına bile oldukça güçlü bir yaşama sebebi Maiden. Aldığım havanın bileşeni Maiden, içtiğim suyun formülü Maiden, aldığım enerji Maiden, her şey Maiden.


Iron Maiden, abartılmayı sonuna kadar hak eden tek gruptur belki de. Şarkısını dinlerken, yavaş melodi geldiğinde, notalar arasındaki o saliselik boşluklarda bile sabırsız olmaktır. O zaman aralığına hayatını akıtmaktır. Aslında çok çok değerli olan saniyelerin, 3 saniyenin en az 2sinin kendisine ayrılması gereken bir gruptur Maiden. "Bir kere geliyorum dünyaya, onda da doya doya bu adamları dinlerim" denilmesi gereken bir gruptur. Hobi olarak değil, yaşamsal faaliyet olarak görülmesi gereken bir gruptur Maiden. Abartılmayı hakedendir, tekrarlıyorum.

Kelimelerle anlatılamaz olandır aslında Maiden, anlatılmaması gerekendir zaten. Anlatılması değil, yaşanması gerekendir. Yaşam görüşüdür Maiden. Tünelin sonunda beliren ışık değil, tüm tüneli aydınlatan ışıktır. Maiden sevilen bir şey değildir, sevginin ta kendisidir. Dinlendiği her saniye için insana kendini şanslı hissettirendir. Övüle övüle bitirilemeyendir. 3 gitarla insanı kendinden geçirip ayaklarını yerden keserken, baterisiyle yine kendine getirendir. Bas gitarıyla kendine hapsederken aynı zamanda da vokaliyle özgürleştirendir.

Her şarkısında başka bir şey bulursun Maiden'ın. Hallowed Be Thy Name, metale başladığım gece dinlediğim iki şarkıdan biridir. Kutsaldır benim için resmen. Fear Of The Dark, her dinleyişinde daha da güzelleşen bir şarkıdır. Wasting Love, en büyük favorimdir. İçten içe öldürür adamı. The Trooper, gaza getirir. The Nomad, interlude'uyla bambaşka dünyalara götürür. Dance of Death, baştan sona insanla müziği öğretir, "Bu şarkıysa diğerleri neydi?" dedirtir. Nodding Donkey Blues, blues'u Maiden'la buluşturunca neler olabileceğini gösterir. Daha bir çok şarkısı vardır, ölmeden dinlenmesi gereken, hepsini dinleyip kendi kelimelerinizle anlatmanız gereken.


Wasted Years, Afraid To Shoot A Stranger, Fear Is The Key, Childhood's End, Prowler (Efsanenin başladığı şarkıdır, ayrıdır), Stranger World, COMING HOME, MOTHER OF MERCY, The Man Who Would Be King, When The Wild Wind Blows, Different World, Brighter Than A Thousand Suns, The Pilgrim, OUT OF THE SHADOWS, The Reincarnation Of Benjamin Bregg, For The Greater God Of God, Lord Of Light, The Legacy, NO PRAYER FOR THE DYING, These Colours Don't Run, Rainmaker, NO MORE LIES, Montsigur, Paschendale, Face In The Sand, Age Of Innocence, Ghost Of The Navigator, Brave New World, Blood Brothers, The Mercenary, Out Of The Silent Planet, The Thin Line Between Love And Hate, LIGHTNING STRIKES TWICE, The Clansman, When Two Worlds Collide, The Educated Fool, Don't Look To Eyes Of A Stranger, COMO ESTAIS AMIGOS, Man On The Edge, Fortunes Of War, THE AFTERMATH, Judgement Of Heaven, Blood On The World's Hands, The Edge Of Darkness, 2A.M., Fates Warning, Run Silent Run Deep, Infinite Dreams, The Prophecy, Only The Good Die Young, Caught Somewhere In Time, The Loneliness Of The Long Distance Runner, Phantom Of The Opera, Seventh Son Of A Seventh Son, The Evil That Men Do, Deja-Vu, CHILDREN OF THE DAMNED, Aces High,  To Tame A Land, Still Life, Flash Of The Blade... Ve bana göre bunlar yalnızca çok iyi olanlar. Kalan tüm şarkıları da iyi zaten.

Son olarak; eğer "Sadece tek bir müzik grubu/sanatçı dinleyeceksin" denseydi, hiç düşünmeden Maiden'ı seçerdim.

28 Haziran 2012 Perşembe

2012 NBA Draftları İncelemesi İlk 5 Sıra

Draftlarla ilgili yazı yazmazsam eksik kalırdı diye düşündüm ve yazmaya karar verdim. Ancak zor bir iş olduğundan özellikle oyuncularla ilgili özelliklerde işin üstadı sayılabilecek bir arkadaşımdan da yardım istedim ve kırmadı sağolsun. Öncelikle bu yüzden "Special thanks to Haluk Taşçı and Deniz Altun" demek istiyorum izninizle. Draftın tamamını incelemek insanüstü bir çaba gerektireceğinden üst sıralardaki oyuncuları tanıyacağız; böylece de biraz bilgimiz olur draftlardan önce. Çok uzun tutmayacağız, sıkmak istemiyoruz. Kısa kısa bilgilensek şu an için yeterli:


1. Anthony Davis - New Orleans Hornets

Piyango Hornets'e vurdu ve ilk sıra seçimi hakkını kazandılar. Böylece Davis de Hornets'ın yolunu tutacak, sadece resmileşmedi o kadar. Peki kim bu Anthony Davis? Kentuck mezunu bir arkadaşımız oluyor kendisi. 208 cm boyunda, yaklaşık 100 kg ağırlığında, kulaç uzunluğu 2.24 metre. Pozisyonu 4 numara, PF oynuyor anlayacağınız.

Güçlü yönlerine bakacak olursak; öncelikle inanılmaz bir ribaund sezgisi var. Bir uzuna göre oldukça atletik. Saha görüşü de yadsınamayacak kadar iyi. Topa çok iyi hakim olabiliyor ve pota altında çokça faule maruz kalacağını düşünürsek de serbest atış yüzdesinin yüksek olması büyük avantaj olacaktır. Saha görüşü demişken; boyu uzayana kadar hep guard pozisyonunda oynamış Davis. Bir de bloklarından bahsetmek gerekirse, tam 4.5 blok ortalaması tutturmuş. İnanılmaz bir istatistik bu, blok sezgisini daha iyi anlatabilen bir istatistik olamaz diye düşünüyorum. Çok iyi savunma yapabiliyor, hücum gücünü dikkate aldığımızda savunmasının çok çok daha ileride olduğunu belirtelim. İlk sıradan gitmesindeki en önemli pay da savunmasına ait olacak zaten, yeri geldiğinde 2 numaraları bile savunabilecek kapasitesi ve atletikliği var. Hızlı hücumlarda da takımı yavaşlatmıyor, aksine olumlu yönde etkiliyor paslarıyla.

Zayıf yönlerine de göz atalım; en büyük eksiklerinden biri bize kalırsa post oyunları. Biraz cılız kalıyor, bu da onu güçsüz kılıyor tabi ki. Ve 4 numara bir oyuncu için post oyunlarında güçsüz kalmak büyük sıkıntı. Faul problemine çabuk girebiliyor. Girmediğinde de temaslardan kaçınmış oluyor çoğu zaman, çünkü dediğimiz gibi; biraz kuvvetsiz kalıyor.

Aldığı bir çok ödül var, tek tek sayacak sabır maalesef yok. Son sezonunda 14.2 sayı ortalaması, 10.4 ribaund ortalaması ve 4.62 de blok ortalaması tutturdu. Genel olarak böyle. Son olarak; oyun stili bakımında Marcus Camby, Kevin Garnett, Chris Bosh tarzlarına yakın bir oyuncu olması beklenmekte.


2. Bradley Beal - Charlotte Bobcats

Bobcats en büyük şans ile lottery'e girmesine rağmen 2. sıradan seçme hakkı kazanabildi. Hayal kırıklığına uğramışlardı çünkü Anthony Davis'i almak çok önemliydi onlar adına. Fakat Beal ile yetinmek zorundalar, kaldı ki kötü bir oyuncu değil. 193 cm boyunda ve 94 kg ağırlığında olan Beal'in pozisyonu 2 numara, yani SG.

Güçlü yönlerine bakacak olursak; jumpshotları için en iyi yönü diyebiliriz. Pozisyonu için fiziği uygun. Top hakimiyeti ve sürüşü oldukça iyi, bu da özellikle fastbreaklerde etkili olmasını sağlamakta. Üçlük çizgisinin gerisinden iyi bir şutör, daha da geliştirirse elit bir üçlükçü olabilir. Ama her zaman şut zorlamıyor, uygun pozisyon bekliyor. İşin savunma kısmında da gayet başarılı. Çok sıkıntı çekmeyecektir bu bakımdan ligde. Oyun zekası üst seviyede, bencil değil. Pas yeteneği de yadsınamayacak kadar iyi. Tüm bunlar onu bana kalırsa iyi bir oyuncu yapıyor ve yıllar geçtikçe çok daha iyi olacaktır.


Zayıf yönlerine bakacak olursak; fiziği uygun dedik ama aslında biraz zayıf kaldığını söyleyebiliriz. Güçsüz kalıyor demek de doğru olabilir. Yani aslında idare edebilir ama an itibariyle mükemmel değil işin o kısmında. Zaman zaman şutlarında sıkıntı yaşadığında kendine güveni  gidebiliyor maç içerisinde, onu da yaşı ilerledikçe halledecektir. Onun dışında büyük bir eksikliği yok.

Aldığı ödüller var bir kaç tane ama o kadar. Geçen sezonu 14.8 sayı 6.8 ribaund ortalaması ile kapatmış. Oyun stili olarak Eric Gordon'a benzediği belirtiliyor.


3. Michael Kidd-Gilchrist - Washington Wizards

Yine Kentucky üniversitesinden bir oyuncu daha. 93 doğumlu Kidd 203 cm uzunluğunda, 213 cm kulaç uzunluğu var ve 98 kg ağırlığında. Mevkisi 3 numara, yani SF oynuyor. Benim açıkçası drafttaki favori oyuncularımdan; Cavs taraftarı olduğumdan da 4. sıraya kalmasını istiyorum. Fakat Wizards'ın yolunu tutması şu an daha olası görülüyor NBA çevrelerince. Bekleyip göreceğiz.

Güçlü yönlerine bakalım hemen. Kidd kolej kariyeri boyunca hep çalışkan bir oyuncu oldu ve sürekli övgüler aldı. İş ahlakı açısından bu önemli. Uzun kolları ve inanılmaz düzeydeki atletizmi saha içerisinde çok etkili olmasına ve kendinden uzun oyunculara karşı bile başa baş oynamasına yardımcı oluyor. Boy ve atletizm avantajını kullanarak ribaundlar konusunda da çok önemli bir faktör haline gelebiliyor. Hücum anlamında hemen hemen her şeyi yapabileceği ortada.

Zayıf yönlerine bakacak olursak; özelliklerine göre PF'ye daha yatkın duruyor ama boy avantajından dolayı SF'de kalması gerek. En önemli eksiği ise şutları diyebiliriz. Kesinlikle geliştirmesi lazım. Ki o kapasitesi var en azından. Kısacası oyunun her alanında performans gösterebiliyor ama daha fazlasını yapması gerekiyor.

Son sezonu 11.9 sayı 7.4 ribaund ortalamaları ile tamamladı. Bir çok ödül almayı başardı ve U-17 milli takımı ile altın madalya kazandı. Andre Iguodala'ya benzetiliyor oyun stili açısından.


4. Thomas Robinson - Cleveland Cavaliers

1991 doğumlu Robinson bu drafta katılacak en yetenekli isimlerden biri olarak görülmekte aslında. 2.04 boylarında ve 2.16 metre de kulaç uzunluğuna sahip.

Güçlü yönlerine bakalım; 4 numara oynayacak NBA'de ki bunun için fiziği oldukça yeterli seviyede. Oldukça da atletik bir oyuncu olması onu pota altında etkin bir güç altına getiriyor. Ribaund sezgileri inanılmaz kuvvetli ve böylece hem hücum hem savunma anlamında takımına büyük katkılar verebiliyor. Şut yüzdesi oldukça iyi durumda, atletikliği sayesinde de pota altında sorun yaşamıyor. Rakibe kolay şut şansı tanımıyor. İlerde önemli bir oyuncu olacağı düşünülüyor.

Zayıf yönlerine bakacak olursak; orta mesafe şutları çok keskin değil. Bunu geliştirmesi gerek, son sezonda daha etkili göründü şutları ama hala istenilen düzeyde değil. Savunma bakımından hücumdaki kadar ön planda değil ama kötü olduğunu da söyleyemeyiz. Post oyunları da pek etkili değil Robinson'un. Faul problemlerine girebiliyor sık sık.

Genel olarak çok yetenekli olduğunu söyleyebiliriz. Çalışma azmi de üst seviyede. Hem mental hem fiziksel olarak NBA için uygun. 3. sıradan bile seçilmesi çok sürpriz sayılmayacak. Son sezonunda 17.8 sayı 11.9 ribaund ortalamaları tutturdu. Aldığı bir çok ödül de bulunuyor.


5. Andre Drummond - Sacramento Kings

1993 doğumlu Drummond 4 ve 5 numara pozisyonlarında oynuyor. Yaklaşık olarak 2.11 metre boylarında.

Hemen güçlü yönlerine bakalım; fiziği çok iyi durumda. Kulaç uzunluğu fazla, boyu oldukça uzun yaşına göre. Ayrıca da çok güçlü ve bir o kadar da atletik. Pota altında inanılmaz etkili olabiliyor. İşin savunma kısmında çok etkili. Ribaund sezgisi üst düzeyde, blok yetenekleri fazlasıyla iyi.

Zayıf yönlerine bakacak olursak; şutunu daha iyi seviyelere çekmesi gerekecek. Vücutunu da ilerleyen sezonlar içerisinde daha da kuvvetlendirirse çok etkili bir oyuncu olacağı aşikar. Draftta daha arka sıralarda da kalma ihtimali bulunuyor.

Son sezonunda 10 sayı 7.5 ribaund ortalamaları tutturdu. Amare Stoudemire tarzı bir oyunu olduğu söyleniyor.

Blog yazarına ulaşmak için: " http://twitter.com/#!/eraykskci "

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. Herkese iyi günler.

22 Haziran 2012 Cuma

Yaşayan Bir NBA Efsanesi: Lebron James

Lebron James.

2003 yılı. Draftlardan 1. sıradan seçilerek lige adımını atıyor bu adam. Cleveland Cavaliers formasını giyiyor. Daha o sezondan tüm lig onu konuşmaya başlıyor. Tüm lig, dünya. Bir efsane adım adım ağırlığını koymaya hazırlanıyor lige. Müthiş geçecek bir NBA kariyerine hazırlanıyor. Yıllarca oynuyor Cleveland formasıyla. NBA'i onun sayesinde sevmeye başlıyorum. Takımı adeta sırtında taşıyor ama bir türlü yüzüğe ulaşamıyor.

2010 yazına geliyoruz. Bir programa çıkıyor, artık Miami'li olacağını söylüyor. İşte o gün tüm dünyayı karşısına alıyor. Herkesi. Herkes nefret etmeye başlıyor. Herkes her performansını eleştiriyor. Herkes bir anda düşmanı kesiliyor. Sırtına müthiş bir yük biniyor. Korktu deniliyor, hain deniliyor, büyük oyuncu olamayacak deniliyor, yüzüğü bile yok yüzük önemli deniliyor. Ama "Sırf yüzükiçin Miami'ye gitti" de deniliyor, böyle bir zihniyet eleştiriyor onu.

Eleştirenler 1 kişi değil, 1 şehir değil, 1 ülke değil, dünya. O kadar kişi her yaptığını eleştirirken bu adam ligin tozunu dumanına katmaya devam ediyor. İlk sene finalde gidiyor yüzük. İkinci sene ise artık daha da olgun. Artık daha odaklanmış hedefine, daha da emin kendinden. Daha da inanmış, daha da durdurulamaz olmuş.




Bu play-offlar'a geliyoruz. Bir Lebron James var ki bu play-offlarda... NBA tarihinin gördüğü göreceği en ama en dominant performansı sergiliyor. Pacers serisi 4. maç. Bu maçı unutmak mümkün değil. Bu maç James'in tüm kariyerindeki en mükemmel maçlardan. O maç Lebron insanlıktan çıkıyor, çok başka bir boyuta ulaşıyor. İnsanüstü bir enerji, gerçekten insanüstü. Bir insan evladı o enerjiye ulaşamaz. İmkansız. Bakışları ilk defa o kadar donuk. Hiç bir tepki yok. Basketbolun zirve noktasında delicesine bir performans sergilerken, insanlık sınırlarını alt üst ederken, bakışları donuk. Bu odaklanmak demek, bunun başka açıklaması yok. İnanmak demek bu, hırs demek bu.

Boston Celtics serisi. Her maçı birbirinden efsane. Yeri geliyor 5 numara oynuyor, ribaund mücadelesi veriyor. Yeri geliyor 1 numara oynuyor, oyunu kuruyor. Yeri geliyor potaya devriliyor, 4 kişinin arasından sayı yapıyor. İnsanüstü bir kuvvet. 40 dakikadan aşağı oynadığı maç yok. Tüm play-off boyunca nerdeyse her maç sadece 3 4 dakika dinlene dinlene oynuyor, görevi de şut atmak değil sadece. Basketbol oynarken yapılabilecek her türlü şeyi yapmakla görevli, yapmak zorunda kalıyor. Öyle yarım yamalak da değil, en iyi şekilde yapıyor bunları. Bunu başaran tek bir kişi daha biliyorum ben, hep de söylüyorum, Magic Johnson. O da oyunun her alanında inanılmaz dominant bir oyuncuydu, yeri geldiğinde en iyi pivotlardan daha iyi oynayan bir oyun kurucuydu. Lebron'un ondan aşağı kalır bir yanı yok.


Yıllarca beklediği andı bu tüm Lebron hayranlarının. Bir Celticsli için '08 şampiyonluğu gibiydi Lebron hayranı için onun yüzük alması. Kupaya o sıkı sıkı sarılışı, NBA tarihinin en güzel köşesine geçecek muhteşem bir kare. Maç sonundaki o çocuk gibi sevinişi, yerinde duramayışı. Herkese büyük sevinçle sarılması, Durant'e o sarılışı. Lebron James, The King, bu sefer sonuna kadar hak etti. Kendisinin de dediği gibi, bu oyuna her şeyini verdi ve oyun da ona artık kayıtsız kalmadı. Ve artık James eskisinden çok daha güçlü, çok daha dominant, çok daha moralli, çok daha o zaferin tadını tatmış durumda. Jordan gibi, artık zaferin tadını almış bir oyuncuyu durdurmak çok zor. Jordan'ı durduramadılar, bütün lig uğraştı, durduramadılar. Şimdi ufukta Lebron James fırtınası gözüküyor, hem de daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir fırtına. Magic'in de dediği gibi "Daha önce hiç tanık olmadığımız kadar kuvvetli bir Lebron James devrine hazır olmalıyız."

Bu James, bu hedefe hiç olmadığı kadar odaklanmış, maç içerisinde bakışları bu kadar donuklaşmış, gülmeyen, sinirlenmeyen James, yeni sezonda ligi perişan edecek. Kesin konuşmayı hiç sevmemekle birlikte, aksini söylemek de imkansız olduğu için bunu rahat rahat söyleyebiliyorum. Çünkü James'i kaç kişi savunursanız savunun, olmuyor. Durmuyor. İçeriye girmesin diye, 4 kişi birikiyorsunuz. O yine giriyor, atıyor. Girmezse şut kullanıyor, yine atıyor. Kullanmasa pas veriyor, başkasına sayıyı buldurtuyor. Bu kadar ezici, bu kadar komple, bu kadar karşısında çaresiz kalınan bir oyuncu NBA'e her zaman gelmez. O yüzden nefret etmek yapılabilecek en büyük yanlış olur, keyifle izlemeniz gerek. Çoğu düşmanı da zaten bu play-offlardan sonra yanına geçti. Bird'ün dediği gibi, zamanla karşısında duran insanların hemen hemen hepsi artık yanına geçecekler.




Özetle, James'in maçtan sonraki o halini izlerken gerçekten çok duygulandım. Bir Lebron hayranı olarak, basketbolcu kişiliğini geçtim, tüm dünya tarafından eleştirilen bir insanın hayranı olarak, o gururla sevinişini, o kupaya bakışlarını, o mutluluğunu görürken çok duygulandım. O dünyaya karşı "Ben tek, siz hepiniz." diyebilmenin verdiği rahatlıkla eğlenişini izlerken çok duygulandım. O durdurulamaz olduğunu tüm herkese haykırdığı kupayı kaldırış anını izlerken çok duygulandım. Yıllardır, NBA'i takip ettiğimden beri beklediğim o anı izlerken duygulandım. Yine, yine ve yine söylüyorum; sonuna, dibine kadar hak etti, daha fazlasını da hakediyor, daha fazlasını da alacak.

Artık açık ve net bir şekilde Lebron James devri. Çok açık ve net bir şekilde.






Blog yazarına ulaşmak için: " http://twitter.com/#!/eraykskci "

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. NBA ile ilgili paylaşmak istediğiniz fikir ve yorumlarınızı da ulaştırırsanız (serilerin yorumu gibi), blogda isminizle yayınlanacaktır. Herkese iyi günler.

2011-2012 NBA Şampiyonu: Miami Heat


Dün gece uzun bir sezonu daha geride bıraktık. Aslında lokavt dolayısıyla kısa bir sezondu tabi ama özellikle play-offlar mükemmel oldu. Özellikle şampiyonluğa giden yolda önemli olan Heat-Pacers, Heat-Celtics, OKC-Lakers ve OKC-Spurs serileri ile bu seri, final serisi, şampiyonluk serisi olan Heat-OKC serisi bizi basketbola doyurdu.


Dün geceki maça dönecek olursak, maç çok çok hızlı başladı. Savunmalar pek etken olamayınca daha çok isabet bulanın maçı kazanacağı anlaşıldı açıkçası. 3. çeyreğe kadar da fark açılsa da OKC hep geri döndü. Daha sonra üçüncü çeyrekte fark 7den aşağı inmedi ve bir ara 3 dakika boyunca OKC sayı bulamayınca Heat üçlüklerle darmadağın etti, 16-0lık seri. Orda da şampiyon belli oldu zaten, Heat de iyice havaya girdi. Herkes delice koşmaya başladı, bloklar, üçlükler, potaya yüklenmeler derken farkın kapanmasına izin verdi. Özellikle Shane Battier ve Mike Miller'ın üçlükleri, Thunder'ı perişan etti bu ikili üçlük çizgisinin gerisinden. Maç hakkında fazla yoruma gerek yok, hepimiz izledik sonuçta. Geceden istatistikler ve ilginç bilgilere bakalım:

Oklahoma City Thunder 106 - 121 Miami Heat

Kevin Durant: 32 sayı 3 asist 11 ribaund
Russell Westbrook: 19 sayı 6 asist 4 ribaund
Lebron James: 26 sayı 13 asist 11 ribaund
Chris Bosh: 24 sayı 7 ribaund
Dwyane Wade: 20 sayı 3 asist 8 ribaund
Mike Miller: 23 sayı 5 ribaund


Geceden İlginç Bilgiler:

1) Lebron James NBA'de Tim Duncan'dan beri (2003 yılı) hem normal sezon hem de finaller MVP'si seçilen ilk oyuncu oldu.
2) LeBron James NBA Finallerinde takımının sayı, ribaund ve asist istatistikleriniin hepsinde de lider olan 3. oyuncu oldu. Bundan önce hem şampiyon olup hem de bunu başaranlar Tim Duncan(2003), Magic Johnson(1987) olmuştu.
3) NBA'de en az 10 sezon oynayan oynayan 3 Heat'li oyuncu da ilk şampiyonluk yüzüklerini aldılar. Bu isimler; Juwan Howard (18. sezon), Mike Miller (12. sezon), Shane Battier (11. sezon)
4) LeBron James dün gece 26 sayı - 11 ribaund - 13 asist istatistikleriyle oynayarak NBA Final serilerinde 2003'ten beri triple-double yapan ilk oyuncu oldu. Daha önceden Final serisinin son maçında triple-double yapan isimler: Tim Duncan, James Worthy, Larry Bird, Magic Johnson(2 kere).
5) Mike Miller bir NBA finali maçında benchten gelip de en çok üçlük isabeti bulan oyuncu oldu ve 7 tam üçlük isabeti kaydetti. Eski rekor 6 ile Michael Cooper'a aitti. (1987 NBA Finalleri, Lakers formasıyla)
6) Miami Heat NBA tarihinde üç seride de geriye düşüp de şampiyon olan ilk takım oldu. Hem Konferans Finali hem de NBA Finali serisinde geriye düşüp de şampiyon olan son takımsa 1979da Seattle olmuştu.
7) Miami Heat NBA tarihinde bir sezon önce Finaller'de elenip de şampiyon olan 11. takım oldu.
8) Miami Heat Final serisinde 1-0 geriye düşüp de üst üste 4 maç kazanarak şampiyon olan 7. takım oldu.
9) Lebron James play-offları 30.3 sayı 9.7 ribaund 5.6 asist ortalaması ile tamamladı. Üstelik James bunu 2. kez başaran tek oyuncu oldu; 30-9-5 istatistiklerine 2009 play-offlarında da ulaşmıştı. Bir play-off sezonunda bunu başaran sadece bir oyuncu daha var, 1963te Cincinnati Royals adına Oscar Robertson.
10) Miami Heat dün gece 14 üçlük bularak NBA Finalleri rekorunu egale etti. Rekora ortak olan takımlar 1995te Orlando Magic ve Houston Rockets, iki takım da serideki birer maçta 14er üçlük attılar.
11) Oklahoma City Thunder bu sezon ilk defa 4 maç üst üste yenildi.


Röportajlar:

Larry Bird Lebron James hakkında: "Herkes şampiyonlara çok farklı bir gözle bakar. O çok özel bir oyuncu. İnanıyorum ki zaman geçtikçe daha da, daha da, ve daha da iyi olacaktır. Karşısında duran insanların çoğu onun yanına geçecektir."

Magic Johnson Lebron James hakkında: "Bence her şey değişecek. Mesela Jordan'da gördük bunu, bir yüzüğü aldıktan sonra gerisinin nasıl geldiğine şahit olduk. Ağlamıştı o da, sonunda başardı her şeyi. James şu an dünyadaki en iyi oyuncu olduğunu düşünüyor olabilir. Yüzüğün anlamı bu çünkü, medya veya başkaları öyle düşünmese bile oyunum öyle olduğumu gösteriyor diye düşünüyor olabilir. Biz şampiyonluklar üzerinden yargılarız hep ve bence Lebron, çok çok daha büyük olacak. Boş konuşanlar ve sürekli eleştirenler kaybolup gidecek. Jordan ilk yüzüğünden sonra inanılmaz bir performansa ulaşmıştı, ve sanırım artık daha önce hiç görmediğimiz büyüklükte bir Lebron fırtınasıyla karşı karşıyayız."


Lebron James: "Geçen sene bizim için en iyi olan şey şampiyon olamamamızdı. Ordaki hatalarımızdan çok büyük dersler çıkarabildik, çıkarabildim. Kendimi değiştirmem gerekiyordu ve o seri sayesinde bunu başaracak gücü buldum kendimde."

Erik Spoelstra: "Hepimiz birbirimize inandık. James yazın kendini geliştirmek için çok çalıştı. Biz de böyle olunca müthiş pivotları olan takımlar gibi ve delici uzun forvetleri olan takımlar gibi oynayabildik. Kısa bir takım gibi gözüktük ama uzun takımlar gibi oynadık, özellikle Lebron sanki bir pivotmuş gibi oynadı. Bosh'un da 5 numara oynaması bizi çok çok ileriye taşıyan bir olay oldu. Hızı, çevikliği, ribaund katkıları bizim için çok önemliydi."

Lebron James: "Bugün anladım ki, eğer bu oyuna her şeyinizi verirseniz, elinizden gelen her şeyi yaparsanız, oyun size bunu geri ödüyor ve istediğinizi alıyorsunuz."


Lebron James: "Hayallerim gerçeğe dönüştü bugün, bu hayatımdaki en güzel duygu."

Lebron James: "Draft edildikten 9 yıl sonra NBA şampiyonluğu kazandığım ve bunu da çok doğru bir yolda ilerleyerek yaptığım için çok çok mutluyum. Gereken her şeyi yaptım. Hiç kolaya kaçmadım, konsantrasyonumu ve bütün gücümü bu işe adadım. Karşılığını da aldım. Bu benim için çok büyük bir an. "

Lebron James: "Bir gün şampiyon olmak istiyordum, ama ne zaman olacağını kestiremiyordum. Yine de üstüme düşeni yaparak bugünü beklemeye devam ettim hep. Bir basketbolcu olarak yaptığım en zor işlerdendi bu, gece gündüz çalıştım ve bir gün karşılığını almayı ümit ettim."


Kevin Durant: "Bu çok üzücü. Bu takımda hepimiz kardeş gibiyiz ve böyle bir sonuçla burdan ayrılmak çok acı veren bir olay. Finallere kadar geldik, bu bizim için çok önemliydi ama burada bir şey yapamadık. Gerçekten üzücü."

Kendrick Perkins: "Ard arda üçlükler buldular ve biz bunu durduramadık. İşler istediğimiz gibi gitmedi."

Röportajlar da bu kadar, gün içerisinde Lebron James için bir yazı yazmayı planlıyorum. Sevenine sevmeyenine duyurulur, bugün olmasa bile en geç yarın. Takipte kalın.


Blog yazarına ulaşmak için: " http://twitter.com/#!/eraykskci "

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. NBA ile ilgili paylaşmak istediğiniz fikir ve yorumlarınızı da ulaştırırsanız (serilerin yorumu gibi), blogda isminizle yayınlanacaktır. Herkese iyi günler.