28 Haziran 2012 Perşembe

2012 NBA Draftları İncelemesi İlk 5 Sıra

Draftlarla ilgili yazı yazmazsam eksik kalırdı diye düşündüm ve yazmaya karar verdim. Ancak zor bir iş olduğundan özellikle oyuncularla ilgili özelliklerde işin üstadı sayılabilecek bir arkadaşımdan da yardım istedim ve kırmadı sağolsun. Öncelikle bu yüzden "Special thanks to Haluk Taşçı and Deniz Altun" demek istiyorum izninizle. Draftın tamamını incelemek insanüstü bir çaba gerektireceğinden üst sıralardaki oyuncuları tanıyacağız; böylece de biraz bilgimiz olur draftlardan önce. Çok uzun tutmayacağız, sıkmak istemiyoruz. Kısa kısa bilgilensek şu an için yeterli:


1. Anthony Davis - New Orleans Hornets

Piyango Hornets'e vurdu ve ilk sıra seçimi hakkını kazandılar. Böylece Davis de Hornets'ın yolunu tutacak, sadece resmileşmedi o kadar. Peki kim bu Anthony Davis? Kentuck mezunu bir arkadaşımız oluyor kendisi. 208 cm boyunda, yaklaşık 100 kg ağırlığında, kulaç uzunluğu 2.24 metre. Pozisyonu 4 numara, PF oynuyor anlayacağınız.

Güçlü yönlerine bakacak olursak; öncelikle inanılmaz bir ribaund sezgisi var. Bir uzuna göre oldukça atletik. Saha görüşü de yadsınamayacak kadar iyi. Topa çok iyi hakim olabiliyor ve pota altında çokça faule maruz kalacağını düşünürsek de serbest atış yüzdesinin yüksek olması büyük avantaj olacaktır. Saha görüşü demişken; boyu uzayana kadar hep guard pozisyonunda oynamış Davis. Bir de bloklarından bahsetmek gerekirse, tam 4.5 blok ortalaması tutturmuş. İnanılmaz bir istatistik bu, blok sezgisini daha iyi anlatabilen bir istatistik olamaz diye düşünüyorum. Çok iyi savunma yapabiliyor, hücum gücünü dikkate aldığımızda savunmasının çok çok daha ileride olduğunu belirtelim. İlk sıradan gitmesindeki en önemli pay da savunmasına ait olacak zaten, yeri geldiğinde 2 numaraları bile savunabilecek kapasitesi ve atletikliği var. Hızlı hücumlarda da takımı yavaşlatmıyor, aksine olumlu yönde etkiliyor paslarıyla.

Zayıf yönlerine de göz atalım; en büyük eksiklerinden biri bize kalırsa post oyunları. Biraz cılız kalıyor, bu da onu güçsüz kılıyor tabi ki. Ve 4 numara bir oyuncu için post oyunlarında güçsüz kalmak büyük sıkıntı. Faul problemine çabuk girebiliyor. Girmediğinde de temaslardan kaçınmış oluyor çoğu zaman, çünkü dediğimiz gibi; biraz kuvvetsiz kalıyor.

Aldığı bir çok ödül var, tek tek sayacak sabır maalesef yok. Son sezonunda 14.2 sayı ortalaması, 10.4 ribaund ortalaması ve 4.62 de blok ortalaması tutturdu. Genel olarak böyle. Son olarak; oyun stili bakımında Marcus Camby, Kevin Garnett, Chris Bosh tarzlarına yakın bir oyuncu olması beklenmekte.


2. Bradley Beal - Charlotte Bobcats

Bobcats en büyük şans ile lottery'e girmesine rağmen 2. sıradan seçme hakkı kazanabildi. Hayal kırıklığına uğramışlardı çünkü Anthony Davis'i almak çok önemliydi onlar adına. Fakat Beal ile yetinmek zorundalar, kaldı ki kötü bir oyuncu değil. 193 cm boyunda ve 94 kg ağırlığında olan Beal'in pozisyonu 2 numara, yani SG.

Güçlü yönlerine bakacak olursak; jumpshotları için en iyi yönü diyebiliriz. Pozisyonu için fiziği uygun. Top hakimiyeti ve sürüşü oldukça iyi, bu da özellikle fastbreaklerde etkili olmasını sağlamakta. Üçlük çizgisinin gerisinden iyi bir şutör, daha da geliştirirse elit bir üçlükçü olabilir. Ama her zaman şut zorlamıyor, uygun pozisyon bekliyor. İşin savunma kısmında da gayet başarılı. Çok sıkıntı çekmeyecektir bu bakımdan ligde. Oyun zekası üst seviyede, bencil değil. Pas yeteneği de yadsınamayacak kadar iyi. Tüm bunlar onu bana kalırsa iyi bir oyuncu yapıyor ve yıllar geçtikçe çok daha iyi olacaktır.


Zayıf yönlerine bakacak olursak; fiziği uygun dedik ama aslında biraz zayıf kaldığını söyleyebiliriz. Güçsüz kalıyor demek de doğru olabilir. Yani aslında idare edebilir ama an itibariyle mükemmel değil işin o kısmında. Zaman zaman şutlarında sıkıntı yaşadığında kendine güveni  gidebiliyor maç içerisinde, onu da yaşı ilerledikçe halledecektir. Onun dışında büyük bir eksikliği yok.

Aldığı ödüller var bir kaç tane ama o kadar. Geçen sezonu 14.8 sayı 6.8 ribaund ortalaması ile kapatmış. Oyun stili olarak Eric Gordon'a benzediği belirtiliyor.


3. Michael Kidd-Gilchrist - Washington Wizards

Yine Kentucky üniversitesinden bir oyuncu daha. 93 doğumlu Kidd 203 cm uzunluğunda, 213 cm kulaç uzunluğu var ve 98 kg ağırlığında. Mevkisi 3 numara, yani SF oynuyor. Benim açıkçası drafttaki favori oyuncularımdan; Cavs taraftarı olduğumdan da 4. sıraya kalmasını istiyorum. Fakat Wizards'ın yolunu tutması şu an daha olası görülüyor NBA çevrelerince. Bekleyip göreceğiz.

Güçlü yönlerine bakalım hemen. Kidd kolej kariyeri boyunca hep çalışkan bir oyuncu oldu ve sürekli övgüler aldı. İş ahlakı açısından bu önemli. Uzun kolları ve inanılmaz düzeydeki atletizmi saha içerisinde çok etkili olmasına ve kendinden uzun oyunculara karşı bile başa baş oynamasına yardımcı oluyor. Boy ve atletizm avantajını kullanarak ribaundlar konusunda da çok önemli bir faktör haline gelebiliyor. Hücum anlamında hemen hemen her şeyi yapabileceği ortada.

Zayıf yönlerine bakacak olursak; özelliklerine göre PF'ye daha yatkın duruyor ama boy avantajından dolayı SF'de kalması gerek. En önemli eksiği ise şutları diyebiliriz. Kesinlikle geliştirmesi lazım. Ki o kapasitesi var en azından. Kısacası oyunun her alanında performans gösterebiliyor ama daha fazlasını yapması gerekiyor.

Son sezonu 11.9 sayı 7.4 ribaund ortalamaları ile tamamladı. Bir çok ödül almayı başardı ve U-17 milli takımı ile altın madalya kazandı. Andre Iguodala'ya benzetiliyor oyun stili açısından.


4. Thomas Robinson - Cleveland Cavaliers

1991 doğumlu Robinson bu drafta katılacak en yetenekli isimlerden biri olarak görülmekte aslında. 2.04 boylarında ve 2.16 metre de kulaç uzunluğuna sahip.

Güçlü yönlerine bakalım; 4 numara oynayacak NBA'de ki bunun için fiziği oldukça yeterli seviyede. Oldukça da atletik bir oyuncu olması onu pota altında etkin bir güç altına getiriyor. Ribaund sezgileri inanılmaz kuvvetli ve böylece hem hücum hem savunma anlamında takımına büyük katkılar verebiliyor. Şut yüzdesi oldukça iyi durumda, atletikliği sayesinde de pota altında sorun yaşamıyor. Rakibe kolay şut şansı tanımıyor. İlerde önemli bir oyuncu olacağı düşünülüyor.

Zayıf yönlerine bakacak olursak; orta mesafe şutları çok keskin değil. Bunu geliştirmesi gerek, son sezonda daha etkili göründü şutları ama hala istenilen düzeyde değil. Savunma bakımından hücumdaki kadar ön planda değil ama kötü olduğunu da söyleyemeyiz. Post oyunları da pek etkili değil Robinson'un. Faul problemlerine girebiliyor sık sık.

Genel olarak çok yetenekli olduğunu söyleyebiliriz. Çalışma azmi de üst seviyede. Hem mental hem fiziksel olarak NBA için uygun. 3. sıradan bile seçilmesi çok sürpriz sayılmayacak. Son sezonunda 17.8 sayı 11.9 ribaund ortalamaları tutturdu. Aldığı bir çok ödül de bulunuyor.


5. Andre Drummond - Sacramento Kings

1993 doğumlu Drummond 4 ve 5 numara pozisyonlarında oynuyor. Yaklaşık olarak 2.11 metre boylarında.

Hemen güçlü yönlerine bakalım; fiziği çok iyi durumda. Kulaç uzunluğu fazla, boyu oldukça uzun yaşına göre. Ayrıca da çok güçlü ve bir o kadar da atletik. Pota altında inanılmaz etkili olabiliyor. İşin savunma kısmında çok etkili. Ribaund sezgisi üst düzeyde, blok yetenekleri fazlasıyla iyi.

Zayıf yönlerine bakacak olursak; şutunu daha iyi seviyelere çekmesi gerekecek. Vücutunu da ilerleyen sezonlar içerisinde daha da kuvvetlendirirse çok etkili bir oyuncu olacağı aşikar. Draftta daha arka sıralarda da kalma ihtimali bulunuyor.

Son sezonunda 10 sayı 7.5 ribaund ortalamaları tutturdu. Amare Stoudemire tarzı bir oyunu olduğu söyleniyor.

Blog yazarına ulaşmak için: " http://twitter.com/#!/eraykskci "

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. Herkese iyi günler.

22 Haziran 2012 Cuma

Yaşayan Bir NBA Efsanesi: Lebron James

Lebron James.

2003 yılı. Draftlardan 1. sıradan seçilerek lige adımını atıyor bu adam. Cleveland Cavaliers formasını giyiyor. Daha o sezondan tüm lig onu konuşmaya başlıyor. Tüm lig, dünya. Bir efsane adım adım ağırlığını koymaya hazırlanıyor lige. Müthiş geçecek bir NBA kariyerine hazırlanıyor. Yıllarca oynuyor Cleveland formasıyla. NBA'i onun sayesinde sevmeye başlıyorum. Takımı adeta sırtında taşıyor ama bir türlü yüzüğe ulaşamıyor.

2010 yazına geliyoruz. Bir programa çıkıyor, artık Miami'li olacağını söylüyor. İşte o gün tüm dünyayı karşısına alıyor. Herkesi. Herkes nefret etmeye başlıyor. Herkes her performansını eleştiriyor. Herkes bir anda düşmanı kesiliyor. Sırtına müthiş bir yük biniyor. Korktu deniliyor, hain deniliyor, büyük oyuncu olamayacak deniliyor, yüzüğü bile yok yüzük önemli deniliyor. Ama "Sırf yüzükiçin Miami'ye gitti" de deniliyor, böyle bir zihniyet eleştiriyor onu.

Eleştirenler 1 kişi değil, 1 şehir değil, 1 ülke değil, dünya. O kadar kişi her yaptığını eleştirirken bu adam ligin tozunu dumanına katmaya devam ediyor. İlk sene finalde gidiyor yüzük. İkinci sene ise artık daha da olgun. Artık daha odaklanmış hedefine, daha da emin kendinden. Daha da inanmış, daha da durdurulamaz olmuş.




Bu play-offlar'a geliyoruz. Bir Lebron James var ki bu play-offlarda... NBA tarihinin gördüğü göreceği en ama en dominant performansı sergiliyor. Pacers serisi 4. maç. Bu maçı unutmak mümkün değil. Bu maç James'in tüm kariyerindeki en mükemmel maçlardan. O maç Lebron insanlıktan çıkıyor, çok başka bir boyuta ulaşıyor. İnsanüstü bir enerji, gerçekten insanüstü. Bir insan evladı o enerjiye ulaşamaz. İmkansız. Bakışları ilk defa o kadar donuk. Hiç bir tepki yok. Basketbolun zirve noktasında delicesine bir performans sergilerken, insanlık sınırlarını alt üst ederken, bakışları donuk. Bu odaklanmak demek, bunun başka açıklaması yok. İnanmak demek bu, hırs demek bu.

Boston Celtics serisi. Her maçı birbirinden efsane. Yeri geliyor 5 numara oynuyor, ribaund mücadelesi veriyor. Yeri geliyor 1 numara oynuyor, oyunu kuruyor. Yeri geliyor potaya devriliyor, 4 kişinin arasından sayı yapıyor. İnsanüstü bir kuvvet. 40 dakikadan aşağı oynadığı maç yok. Tüm play-off boyunca nerdeyse her maç sadece 3 4 dakika dinlene dinlene oynuyor, görevi de şut atmak değil sadece. Basketbol oynarken yapılabilecek her türlü şeyi yapmakla görevli, yapmak zorunda kalıyor. Öyle yarım yamalak da değil, en iyi şekilde yapıyor bunları. Bunu başaran tek bir kişi daha biliyorum ben, hep de söylüyorum, Magic Johnson. O da oyunun her alanında inanılmaz dominant bir oyuncuydu, yeri geldiğinde en iyi pivotlardan daha iyi oynayan bir oyun kurucuydu. Lebron'un ondan aşağı kalır bir yanı yok.


Yıllarca beklediği andı bu tüm Lebron hayranlarının. Bir Celticsli için '08 şampiyonluğu gibiydi Lebron hayranı için onun yüzük alması. Kupaya o sıkı sıkı sarılışı, NBA tarihinin en güzel köşesine geçecek muhteşem bir kare. Maç sonundaki o çocuk gibi sevinişi, yerinde duramayışı. Herkese büyük sevinçle sarılması, Durant'e o sarılışı. Lebron James, The King, bu sefer sonuna kadar hak etti. Kendisinin de dediği gibi, bu oyuna her şeyini verdi ve oyun da ona artık kayıtsız kalmadı. Ve artık James eskisinden çok daha güçlü, çok daha dominant, çok daha moralli, çok daha o zaferin tadını tatmış durumda. Jordan gibi, artık zaferin tadını almış bir oyuncuyu durdurmak çok zor. Jordan'ı durduramadılar, bütün lig uğraştı, durduramadılar. Şimdi ufukta Lebron James fırtınası gözüküyor, hem de daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir fırtına. Magic'in de dediği gibi "Daha önce hiç tanık olmadığımız kadar kuvvetli bir Lebron James devrine hazır olmalıyız."

Bu James, bu hedefe hiç olmadığı kadar odaklanmış, maç içerisinde bakışları bu kadar donuklaşmış, gülmeyen, sinirlenmeyen James, yeni sezonda ligi perişan edecek. Kesin konuşmayı hiç sevmemekle birlikte, aksini söylemek de imkansız olduğu için bunu rahat rahat söyleyebiliyorum. Çünkü James'i kaç kişi savunursanız savunun, olmuyor. Durmuyor. İçeriye girmesin diye, 4 kişi birikiyorsunuz. O yine giriyor, atıyor. Girmezse şut kullanıyor, yine atıyor. Kullanmasa pas veriyor, başkasına sayıyı buldurtuyor. Bu kadar ezici, bu kadar komple, bu kadar karşısında çaresiz kalınan bir oyuncu NBA'e her zaman gelmez. O yüzden nefret etmek yapılabilecek en büyük yanlış olur, keyifle izlemeniz gerek. Çoğu düşmanı da zaten bu play-offlardan sonra yanına geçti. Bird'ün dediği gibi, zamanla karşısında duran insanların hemen hemen hepsi artık yanına geçecekler.




Özetle, James'in maçtan sonraki o halini izlerken gerçekten çok duygulandım. Bir Lebron hayranı olarak, basketbolcu kişiliğini geçtim, tüm dünya tarafından eleştirilen bir insanın hayranı olarak, o gururla sevinişini, o kupaya bakışlarını, o mutluluğunu görürken çok duygulandım. O dünyaya karşı "Ben tek, siz hepiniz." diyebilmenin verdiği rahatlıkla eğlenişini izlerken çok duygulandım. O durdurulamaz olduğunu tüm herkese haykırdığı kupayı kaldırış anını izlerken çok duygulandım. Yıllardır, NBA'i takip ettiğimden beri beklediğim o anı izlerken duygulandım. Yine, yine ve yine söylüyorum; sonuna, dibine kadar hak etti, daha fazlasını da hakediyor, daha fazlasını da alacak.

Artık açık ve net bir şekilde Lebron James devri. Çok açık ve net bir şekilde.






Blog yazarına ulaşmak için: " http://twitter.com/#!/eraykskci "

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. NBA ile ilgili paylaşmak istediğiniz fikir ve yorumlarınızı da ulaştırırsanız (serilerin yorumu gibi), blogda isminizle yayınlanacaktır. Herkese iyi günler.

2011-2012 NBA Şampiyonu: Miami Heat


Dün gece uzun bir sezonu daha geride bıraktık. Aslında lokavt dolayısıyla kısa bir sezondu tabi ama özellikle play-offlar mükemmel oldu. Özellikle şampiyonluğa giden yolda önemli olan Heat-Pacers, Heat-Celtics, OKC-Lakers ve OKC-Spurs serileri ile bu seri, final serisi, şampiyonluk serisi olan Heat-OKC serisi bizi basketbola doyurdu.


Dün geceki maça dönecek olursak, maç çok çok hızlı başladı. Savunmalar pek etken olamayınca daha çok isabet bulanın maçı kazanacağı anlaşıldı açıkçası. 3. çeyreğe kadar da fark açılsa da OKC hep geri döndü. Daha sonra üçüncü çeyrekte fark 7den aşağı inmedi ve bir ara 3 dakika boyunca OKC sayı bulamayınca Heat üçlüklerle darmadağın etti, 16-0lık seri. Orda da şampiyon belli oldu zaten, Heat de iyice havaya girdi. Herkes delice koşmaya başladı, bloklar, üçlükler, potaya yüklenmeler derken farkın kapanmasına izin verdi. Özellikle Shane Battier ve Mike Miller'ın üçlükleri, Thunder'ı perişan etti bu ikili üçlük çizgisinin gerisinden. Maç hakkında fazla yoruma gerek yok, hepimiz izledik sonuçta. Geceden istatistikler ve ilginç bilgilere bakalım:

Oklahoma City Thunder 106 - 121 Miami Heat

Kevin Durant: 32 sayı 3 asist 11 ribaund
Russell Westbrook: 19 sayı 6 asist 4 ribaund
Lebron James: 26 sayı 13 asist 11 ribaund
Chris Bosh: 24 sayı 7 ribaund
Dwyane Wade: 20 sayı 3 asist 8 ribaund
Mike Miller: 23 sayı 5 ribaund


Geceden İlginç Bilgiler:

1) Lebron James NBA'de Tim Duncan'dan beri (2003 yılı) hem normal sezon hem de finaller MVP'si seçilen ilk oyuncu oldu.
2) LeBron James NBA Finallerinde takımının sayı, ribaund ve asist istatistikleriniin hepsinde de lider olan 3. oyuncu oldu. Bundan önce hem şampiyon olup hem de bunu başaranlar Tim Duncan(2003), Magic Johnson(1987) olmuştu.
3) NBA'de en az 10 sezon oynayan oynayan 3 Heat'li oyuncu da ilk şampiyonluk yüzüklerini aldılar. Bu isimler; Juwan Howard (18. sezon), Mike Miller (12. sezon), Shane Battier (11. sezon)
4) LeBron James dün gece 26 sayı - 11 ribaund - 13 asist istatistikleriyle oynayarak NBA Final serilerinde 2003'ten beri triple-double yapan ilk oyuncu oldu. Daha önceden Final serisinin son maçında triple-double yapan isimler: Tim Duncan, James Worthy, Larry Bird, Magic Johnson(2 kere).
5) Mike Miller bir NBA finali maçında benchten gelip de en çok üçlük isabeti bulan oyuncu oldu ve 7 tam üçlük isabeti kaydetti. Eski rekor 6 ile Michael Cooper'a aitti. (1987 NBA Finalleri, Lakers formasıyla)
6) Miami Heat NBA tarihinde üç seride de geriye düşüp de şampiyon olan ilk takım oldu. Hem Konferans Finali hem de NBA Finali serisinde geriye düşüp de şampiyon olan son takımsa 1979da Seattle olmuştu.
7) Miami Heat NBA tarihinde bir sezon önce Finaller'de elenip de şampiyon olan 11. takım oldu.
8) Miami Heat Final serisinde 1-0 geriye düşüp de üst üste 4 maç kazanarak şampiyon olan 7. takım oldu.
9) Lebron James play-offları 30.3 sayı 9.7 ribaund 5.6 asist ortalaması ile tamamladı. Üstelik James bunu 2. kez başaran tek oyuncu oldu; 30-9-5 istatistiklerine 2009 play-offlarında da ulaşmıştı. Bir play-off sezonunda bunu başaran sadece bir oyuncu daha var, 1963te Cincinnati Royals adına Oscar Robertson.
10) Miami Heat dün gece 14 üçlük bularak NBA Finalleri rekorunu egale etti. Rekora ortak olan takımlar 1995te Orlando Magic ve Houston Rockets, iki takım da serideki birer maçta 14er üçlük attılar.
11) Oklahoma City Thunder bu sezon ilk defa 4 maç üst üste yenildi.


Röportajlar:

Larry Bird Lebron James hakkında: "Herkes şampiyonlara çok farklı bir gözle bakar. O çok özel bir oyuncu. İnanıyorum ki zaman geçtikçe daha da, daha da, ve daha da iyi olacaktır. Karşısında duran insanların çoğu onun yanına geçecektir."

Magic Johnson Lebron James hakkında: "Bence her şey değişecek. Mesela Jordan'da gördük bunu, bir yüzüğü aldıktan sonra gerisinin nasıl geldiğine şahit olduk. Ağlamıştı o da, sonunda başardı her şeyi. James şu an dünyadaki en iyi oyuncu olduğunu düşünüyor olabilir. Yüzüğün anlamı bu çünkü, medya veya başkaları öyle düşünmese bile oyunum öyle olduğumu gösteriyor diye düşünüyor olabilir. Biz şampiyonluklar üzerinden yargılarız hep ve bence Lebron, çok çok daha büyük olacak. Boş konuşanlar ve sürekli eleştirenler kaybolup gidecek. Jordan ilk yüzüğünden sonra inanılmaz bir performansa ulaşmıştı, ve sanırım artık daha önce hiç görmediğimiz büyüklükte bir Lebron fırtınasıyla karşı karşıyayız."


Lebron James: "Geçen sene bizim için en iyi olan şey şampiyon olamamamızdı. Ordaki hatalarımızdan çok büyük dersler çıkarabildik, çıkarabildim. Kendimi değiştirmem gerekiyordu ve o seri sayesinde bunu başaracak gücü buldum kendimde."

Erik Spoelstra: "Hepimiz birbirimize inandık. James yazın kendini geliştirmek için çok çalıştı. Biz de böyle olunca müthiş pivotları olan takımlar gibi ve delici uzun forvetleri olan takımlar gibi oynayabildik. Kısa bir takım gibi gözüktük ama uzun takımlar gibi oynadık, özellikle Lebron sanki bir pivotmuş gibi oynadı. Bosh'un da 5 numara oynaması bizi çok çok ileriye taşıyan bir olay oldu. Hızı, çevikliği, ribaund katkıları bizim için çok önemliydi."

Lebron James: "Bugün anladım ki, eğer bu oyuna her şeyinizi verirseniz, elinizden gelen her şeyi yaparsanız, oyun size bunu geri ödüyor ve istediğinizi alıyorsunuz."


Lebron James: "Hayallerim gerçeğe dönüştü bugün, bu hayatımdaki en güzel duygu."

Lebron James: "Draft edildikten 9 yıl sonra NBA şampiyonluğu kazandığım ve bunu da çok doğru bir yolda ilerleyerek yaptığım için çok çok mutluyum. Gereken her şeyi yaptım. Hiç kolaya kaçmadım, konsantrasyonumu ve bütün gücümü bu işe adadım. Karşılığını da aldım. Bu benim için çok büyük bir an. "

Lebron James: "Bir gün şampiyon olmak istiyordum, ama ne zaman olacağını kestiremiyordum. Yine de üstüme düşeni yaparak bugünü beklemeye devam ettim hep. Bir basketbolcu olarak yaptığım en zor işlerdendi bu, gece gündüz çalıştım ve bir gün karşılığını almayı ümit ettim."


Kevin Durant: "Bu çok üzücü. Bu takımda hepimiz kardeş gibiyiz ve böyle bir sonuçla burdan ayrılmak çok acı veren bir olay. Finallere kadar geldik, bu bizim için çok önemliydi ama burada bir şey yapamadık. Gerçekten üzücü."

Kendrick Perkins: "Ard arda üçlükler buldular ve biz bunu durduramadık. İşler istediğimiz gibi gitmedi."

Röportajlar da bu kadar, gün içerisinde Lebron James için bir yazı yazmayı planlıyorum. Sevenine sevmeyenine duyurulur, bugün olmasa bile en geç yarın. Takipte kalın.


Blog yazarına ulaşmak için: " http://twitter.com/#!/eraykskci "

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. NBA ile ilgili paylaşmak istediğiniz fikir ve yorumlarınızı da ulaştırırsanız (serilerin yorumu gibi), blogda isminizle yayınlanacaktır. Herkese iyi günler. 


17 Haziran 2012 Pazar

Egosuz Efsane: Steve Nash'in Gençlik Yılları


Steve Nash, bir NBA efsanesi. Yaşayan bir efsane. Öyle bir efsane ki bu adam, etrafına 4 tane ağaç da dikseniz onları yeşertiyor. Etrafına kimi verirseniz verin, bir kademe yukarı taşıyor. Bunu yaparken de hiç zorlanmıyor, her şey onun için o kadar basit ki, izlerken "Bu kadar basit olması mümkün değil." diye düşünüyorsunuz. Bir basketbol dehası, sadece oyununa bakıyor. Onun dışında bir şeyle ilgilenmiyor. Tim Duncan mesela, o da aynen böyle ama Nash... Çok daha ayrı benim gözümde. Oynamasının yanında çok iyi oynatması da gözümde değerli olmasının en büyük nedeni.

Biraz yaşamına göz atalım istiyorum Nash'in. Tüm NBA çevrelerince sevilen ve sayılan bu adam bugünlere nasıl geldi öğrenmek gerek, öğretmek gerek. Örnek almak gerek, örnek aldırmak gerek. İçimizden bir çoğuna belki de basketbolu sevdirdi çünkü o. NBA kariyerini anlatmıyorum, çünkü onu hepimiz biliyoruz ve ulaşması da daha kolay. Ben biraz daha az bilginin olduğu ve daha bilinmeyen gençlik yıllarına değinmek istiyorum. Kemerleri bağlayın, zaman makinesine giriyoruz:

7 Şubat 1974. Güney Afrika'nın Johannesburg şehrindeyiz. O gün Stephen John Nash, daha yaygın bilinen adıyla Steve Nash dünyaya geliyor. Babası yarı-profesyonel bir futbolcu o günlerde. Nash henüz çok küçükken ailesi sorunlar yaşayan bu ülkeden ayrılmaya karar verip Kanada'ya taşınıyor. Kanada'da kışlar hepimizin bildiği gibi dondurucu, bu yüzden 2 yaşındaki Nash ile evde beyzbol oynuyorlar küçük çaplı. Tabi hayali gereçlerle. Zamanlarını böyle geçiriyorlar. Ama büyüdükçe Nash artık gerçek oyuncaklar istiyor.


Ailesi çocuklarının çok erken yaşta sporla ilgilenmesini sağlıyor, onları spora ısındırıyor. Baba John Nash o dönemleri şu sözüyle anlatıyor bizlere: "Onları erken yaşta heveslendirirdik, cesaretlendirirdik. Eşim ve bana göre sportif yeteneklerini geliştirmek insanlarla iyi iletişim kurabilmeleri için çok çok önemliydi. Böylece sokak köşelerinden de uzak kalacaklardı."

Annesi Jean Nash ise çocuklarına aşıladıkları bitmek tükenmek bilmeyen spor tutkusunun o zamanlara kadar dayandığını belirtiyor. O günleri de şu cümleleriyle aktarıyor: "Steve çok çok küçükken onla mağazalara giderdik. Ben ona lego vb oyuncaklar almak isterdim. Kendisine de 'Hadi bunu deneyelim, çok eğlenceli olacak.' derdim. O ise bana bakıp 'Olmaz.' derdi. Eğer bir raket, bir sopa, bir top veya o tarz sportif bir araç gereç almazsak hep aynı tepkiyi verirdi. Ona gidip çok ucuz da olsa bir top aldığımızda ise çok mutlu olurdu, tüm istediği sadece ve sadece buydu."

Bir gün baba John Nash'e Vancouver'dan bir iş teklifi geldi. Orası Regina bölgesinden çok daha iyi hava koşullarına sahipti tabi ki, aile de bu fırsatı geri tepmeyerek hemen bavullarını toplayıp yola koyuldu. Daha sonra oradan da taşınıp Victoria'ya yerleştiler. Çok uzağa gitmemişlerdi bu sefer.


Nash o zamanlar daha 5 yaşındaydı. Ailesi onu futbola yönlendirmişti, oynadı da. Hokeye de merak saldı, uzun yıllar satranç da oynadı. Fakat rakiplerini sürekli yenince küçük Nash o oyunu bırakmaya karar verdi, sırf yendiği bir rakibi ağladığı için. Babası o günü de şöyle anlatıyor: "Steve eve geldiğinde maçı kazanıp kazanmamış olmasını hiç önemsemiyordu. Yenip de ağlattığı rakibi için çok üzülmüştü. O çocuk ağladığından beri hiç satranç oynamadı. Çok duygusaldı. Demek istediğim, bu kadar yarışma hırsına sahip olup da bir o kadar da duygusal davranan birini bulmak pek güç."

Ailesi Nash'in her zaman daha çok çalıştığını, daha çok çalıştığını, daha da çok çalıştığını belirtiyor. Sürekli kendini geliştirmek için antremanlar yaptığını söylüyorlar. Daha küçücük yaşında bu kadar azim, gerçekten çok güzel bir olay. Bir keresinde topu ayağında tam 600 kereden fazla sektirdikten sonra yorgunluktan bitkin düşmüş bir şekilde buluyor küçük Nash'i babası. Başka bir gün ise yüzlerce serbest atış denemesi yaparken görüyor basket sahasında.

Bir gün Nash arkadaşlarıyla yeni bir oyun oynayıp eve geldiğinde annesine "Ben NBA'de oynamak istiyorum." diyor, annesi ise gülümsüyor ve onu cesaretlendiriyor, arkasında olduğunu söylüyor. Çünkü farkında, eğer isterse Steve, başaracak. "Hiç şüphem yoktu." diyor anne Nash, "Oynasın veya oynayamasın, oynamak için elinden gelen her şeyi yapacağını biliyordum. Çünkü istediği bir şeyi başarmak için her şeyi deniyordu."


O zamanlar Kanada'da basketbol ön planda değildi. Üstelik basketbol Kanada'da var olmuş bir spordu ve NBA tarihinin ilk maçı da yine burada, Toronto'da oynanmıştı. Ama o zamana kadar geçen 50 yıllık süreçte, o ilk maçtan sonraki yarım asırda sadece 12 Kanada doğumlu oyuncu NBA'de forma şansı bulabilmişti. Yani Kanada bir basketbol ülkesi değildi aslında, Steve de insanlara profesyonel bir basketbolcu olmak istediğini söylemiyordu bu yüzden. Gülünç duruma düşmek istemiyordu. Kız kardeşi o günler ile ilgili "Bana sürekli NBA'e gideceğini söylüyordu, ben de ne derse ona inanıyordum. Bu konular hakkında konuşmaya başladığında pek bir şey anlamıyordum açıkçası, daha çok küçüktüm. Ama bir süre sonra merak da etmeye başlamıştım. Sports Illustrated dergisinden ve onun NBA ile daha çok ilgilenmesinden sonra ise artık başaramayacağı hiç bir şey olmadığını düşünüyordum."

Yüksekokulda Steve'in futbol takımı eyalet şampiyonu olmuş ve kendisi de bölgenin en değerli oyuncusu ödülünü kazanmıştı. Futbolda ne kadar yetenekli olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Fakat sürekli antremanlara katılınca, sınavları kaçırmaya başladı. Tabi dersleri de kaçırıyordu hep. Notları yavaş yavaş düşmeye başladı ve bu durum ailesini endişelendirdi. Özel bir okula kaydetmeye karar verdiler Steve'i.

Dönem orasında hemen okuldan alındı ve yeni okuluna geçti Steve, St. Michel Üniversitesi. Ama yıl ortasında nakil olduğu için de basketbol maçlarını oynayamadı o sene. "Basketbol oynamayı, basketbol çalışmayı, ve sürekli antreman yapmayı çok severdim. Ama sene ortasında yeni okula geçtiğim için o dönem hiç basketbol oynayamadım, bu çok çok üzüntü vericiydi, çok zordu." diyor Nash o günler hakkında.


Tabi basketboldan uzak kalınca derslerine çok sıkı sarılıyor o dönemler. Matematik öğretmeni ve aynı zamanda da okulun basketbol takımı asistan koçu olan Bill Greenwell onla ilgili "Geldiğinde çok eksik yönü vardı. Özellikle matematiği. Ama o hem matematiğini düzeltmekle kalmadı, hem de tüm fen derslerinde kendini geliştirdi." diyor.

Basketbol oynamaya da başlıyor bir süre sonra tabi ki. Koç Hyde-Lay onun hakkında "Çok yetenekli olmasının da katkısıyla hemen lideri oldu takımın. Hep sorumluluk aldı, son şutlardan hiç bir zaman kaçmadı. Ne kadar zor duruma düşerse düşsün hep daha güçlü çıktı. Gözlerinin içine baktığınızda bile diğerlerinden ne kadar farklı olduğunu anlayabiliyordunuz." diye konuşuyor. Nash o sezonu 21 sayı, 11 asist, 9 ribaund ortalamaları ile tamamlıyor. İnanılmaz.

Koç Hyde-Lay Nash'in iyi kolejlere gitmesi için her tarafa mektuplar yazıyor, görüntüler yolluyor. Gelen cevaplar ise hep aynı, "Hayır, teşekkürler.". Nash bütün bu reddedildiği mektupları bugün bile bir kutusunda sakladığını söylemekte.


Bir gün Santa Clara koçu Dick Davey onu izlemek için geliyor. Etrafa da bakınıyor, başka kimse var mı izleyen diye. Çünkü biliyor ne kadar yetenekli bir çocukla karşı karşıya olduğunu. Kaçırmak istemiyor elinden. "Onu görünce başka izleyen var mı diye endişeye kapılmıştım. Bu çocuğun mükemmel olduğunu anlamak için usta olmaya gerek yoktu, her şey çok netti."  diyor o koç Steve hakkında.

Sahadan çıktıklarında ise Davey ona "Gördüğüm en kötü savunmaya sahip oyuncusun." diyor. Nash şaşırıyor tabi ki. "Savunmama neden taktın? Neden kötü bir savunmacıyım?" diyor. Koçun açıklamaları üzerine de "O zaman bunu değiştireceğim" diye ekliyor.

Koç Nash ile ilgili "Bu üniversitenin Kurt Rambis ile birlikte en yetenekli ve en farklı oyuncusuydu." diyor. Suns forması giymesi dileklerini de iletiyor. Nash'in müthiş bir NBA kariyeri olacağından şüphesi yok o zamanlar koçun. Yanılmamış da pek. Turnuvada Nash 15. sıradan girdikleri play-offta 2. sıradan giren rakipleri Arizona'yı son 30 saniyede attığı 6 serbest atışla yıkıyor. Ama çalışmayı hiç bırakmıyor, geceleri tek başına salona gelip antremanlar yapmaya devam ediyor.


Yaz kampında Gary Payton ve Jason Kidd'e karşı oynuyor. Efsane guard Payton onla ilgili "Daha önce hiç böyle bir çalışma yapmamış, ama bize karşı yine de iyi oynadı. Çok yetenekli biri. O gerçek bir point guard, çünkü hem topu iyi yönlendiriyor, hem de savunması çok iyi. İlerde iyi yerlere gelecek." diye konuşuyor. O da yanılmıyor.

Victoria bölgesinde Nash iyice tanınıyor artık. Televizyonlarda boy gösteriyor. Annesi de "Buraların yeni yıldızı olmuştu. Her gün televizyondaydı, bu çok çılgıncaydı." diye hatırlıyor o günleri.

Draft günü televizyondan izliyorlar şehirdekiler ve evdekiler. Annesi "İlk 1 saatten sonra yayını kesip aptal bir program yayınladılar, sanırım Simpsons'tı. Herkes çılgına dönmüştü. Barlara gitmişlerdi." diyor. Fakat Continental Arena'da bulunan Nash ve yaklaşık 30 kişilik aile ve arkadaşlarından oluşan grup o anı canlı canlı izliyor. David Stern'e bırakıyoruz mikrofonları: "1996 NBA Draftı 15. sıra seçim hakkıyla Phoenix Suns... Steve Nash'i seçiyor!"


Böylece bir efsane daha parlamaya başlıyor, NBA kariyerine ilk adımlarını atıyor. NBA'deki kariyerini hepimiz biliyoruz, mükemmel sezonlar, MVP ödülleri, asist krallıkları. Asistin tanımını yazıyor Nash adeta. İnanılmaz saha görüşü ile takımdaki her oyuncuyu 3-4 gömlek yukarı çekiyor. Mesela takım arkadaşı Boris Diaw'ın "En çok gelişme kaydeden oyuncu" olması ve diğer takım arkadaşı Barbosa'nın da "En iyi 6. adam seçilmesi" buna en büyük kanıtlardan.

Nash artık 38 yaşına girdi. NBA'deki 17. sezonuna hazırlanıyor. Geçen sezonu bile 10 asist ortalaması ile tamamlaması hala ne kadar iyi olduğunun bir göstergesi. Daha 2 sezon kadar oynayabileceğini de belirtiyor. Yüzük almasının zamanı artık geldi. Heat'e takas olursa Wade-Lebron-Bosh üçlüsüyle beraber inanılmaz işler yaparlar. Yuvası sayılabilecek Dallas'a giderse Nowitzki ile beraber etkili olabilirler. Knicks'te Carmelo-Amare ikilisiyle de başarılı olabilirler. Magic'e gidip Howard ile etkili olabilirler. Tek yapmaması gereken bence Suns'ta kalmak ki, yönetim gitmek isterse her türlü kolaylığı sağlayacaklarını söylüyor. Umarım oradan ayrılır, çünkü artık bu normal sezonun sondan ikinci maçında direk rakipleri olan Utah'a mağlup olup play-off'un dışında kaldıklarında üzüldüğüm gibi üzülmek istemiyorum. O sabah maçı izleyebilmek için evden çıkmamıştım sabah, son ana kadar da hep bir ümitle baktım ama olmadı. Tüm hafta boyunca moralim hiç düzelmedi. Nash'i her zaman izlemek istiyorum, izlemediğimiz her saniye büyük kayıp çünkü. Şu mix'i hep çok sevmişimdir:


Tek gözle oynadığı Spurs maçı, bir insan görme yetisi o derece düşmüşken o maçı nasıl böyle oynar, imkansız:


Şurdan da bir mix'e ulaşabilirsiniz:



O belki sahanın en atletik, en güçlü veya en hızlısı değil; ama en zekisi. En azimlisi. O, izlediğiniz için en şanslı olduğunuz adamlardan biri. Bir o kadar da mükemmel karaktere sahip olan, saha dışında da mükemmel işler yapan oldukça iyi bir karakter. Çok eğlenceli bir insan. Tanışmak istediğiniz insanlar arasında listenin ilk sıralarında bulunması gereken bir oyuncu.


Not: Sayfanın üst yan tarafında gördüğünüz anketimize oy vermeyin unutmayın.

Blog yazarına ulaşmak için: " http://twitter.com/#!/eraykskci "

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. NBA ile ilgili paylaşmak istediğiniz fikir ve yorumlarınızı da ulaştırırsanız (serilerin yorumu gibi), blogda isminizle yayınlanacaktır. Herkese iyi günler.

16 Haziran 2012 Cumartesi

2012 Yazı Free Agent Piyasası

                                                                  Deron Williams FA piyasasının en gözde isimlerinden biri durumunda olacak.

Bu sezonun artık sonuna yaklaştık. Geriye en fazla 5 maç kaldı. Eğer 7. maça kalırsa Miami Heat - Oklahoma City Thunder serisi, son maç ayın 26sında oynanacak. 28 Haziran'da da, yani 2 gün sonrasında draft düzenlenecek. 3 gün sonra ise Free Agent sezonu başlamış olacak. Bu sezon FA olacak bir çok oyuncu var, piyasa çok hareketli. Özellikle bazı yıldızlar var ki, onların nerelere gideceği büyük merak konusu. Tabi FA oyuncular dışında normal takaslar da yapılacağından çok hareketli günlere girmiş bulunmaktayız şimdiden. Bu yazıda mevkilerinde ön planda olan ve FA olacak oyunculara göz atacağız biraz. Burda bilmek gereken bir kaç terim de var, hemen onları söyleyeyim:

Oyuncu Opsiyonu: Sözleşmede bu opsiyon yazıyorsa oyuncu kararını tamamen kendi veriyor. Takımında kalmak isterse belirtilen ücretle oynamaya devam ediyor. (Player Option)

Takım Opsiyonu: Sözleşmede bu opsiyon yazıyorsa oyuncunun geleceği takımın kararına bağlı oluyor. Eğer takım oyuncuyu tutmak isterse belirtilen ücretle yeniden anlaşma sağlanıyor. (Team Option)

Sınırlı Free Agent: Eğer bir oyuncunun sözleşmesinde bu ibare bulunuyorsa oyuncu serbest kalabiliyor. Ama durum biraz farklı, mesela başka takımlardan gelen teklifleri o an bulunduğu takım karşılayabilirse oyuncu o takımdan ayrılamıyor. Yani takım çok büyük maaş verebilecek bütçeye sahipse oyuncunun takımdan ayrılması mümkün değil. (Restricted Free Agent) (Unrestricted Free Agent ise sınırsız, yani normal free agent tamamen serbest, sözleşmesi bitmiş)

Early Termination Option: Kısaca ETO, oyuncu kontratını erkenden feshedebilme yetkisine sahip oluyor.

                                                                Bu yaz ne yapacağı en çok merak konusu olan oyunculardan biri de Steve Nash.

Şimdi mevki mevki önemli oyunculara göz atalım FA piyasasında:

Point Guard:

Deron Williams, Brooklyn Nets – $16.4 million – Player Option ($17.8 million)
Steve Nash, Phoenix Suns – $11.7 million – Unrestricted
Aaron Brooks, Phoenix Suns – $2.0 million – Restricted ($3.0 million Qualifying Offer)
Raymond Felton, Portland Trail Blazers – $7.6 million – Unrestricted
Kirk Hinrich, Atlanta Hawks – $8.0 million – Unrestricted
Jason Kidd, Dallas Mavericks – $8.6 million – Unrestricted
Andre Miller, Denver Nuggets – $7.8 million – Unrestricted
Chauncey Billups, L.A. Clippers – $2.0 million – Unrestricted
Jameer Nelson, Orlando Magic – $7.8 million – Player Option ($7.8 million)
D.J. Augustin, Charlotte Bobcats – $3.2 million – Restricted ($4.4 million Qualifying Offer)
Jason Terry, Dallas Mavericks – $10.7 million – Unrestricted
George Hill, Indiana Pacers – $2.1 million – Restricted ($3.1 million Qualifying Offer)
Jordan Farmar, Brooklyn Nets – $4.0 million – Player Option ($4.3 million)
Leandro Barbosa, Indiana Pacers – $7.6 million – Unrestricted
Goran Dragic, Houston Rockets – $2.1 million – Unrestricted
Jerryd Bayless, Toronto Raptors – $3.0 million – Restricted ($4.2 million Qualifying Offer)
Derek Fisher, Oklahoma City Thunder – $3.4 million – Unrestricted
Randy Foye, L.A. Clippers – $4.3 million – Unrestricted
Mo Williams, L.A. Clippers – $8.5 million – Player Option ($8.5 million)
Jonny Flynn, Portland Trail Blazers – $3.4 million – Unrestricted
Keyon Dooling, Boston Celtics – $2.2 million – Unrestricted
Ramon Sessions, L.A. Lakers – $4.3 million – Player Option ($4.6 million)
Jeremy Lin, New York Knicks – $0.8 million – Unrestricted
Baron Davis, New York Knicks – $1.3 million – Unrestricted
Gilbert Arenas, Memphis Grizzlies – $0.4 million – Unrestricted
Delonte West, Dallas Mavericks – $1.1 million – Unrestricted

                                                                         Ray Allen da yazı çok aktif geçirecek oyuncular arasında bulunuyor.

Shooting Guard:

Eric Gordon, New Orleans Hornets – $3.8 million – Restricted ($5.1 million Qualifying Offer)
O.J. Mayo, Memphis Grizzlies – $5.6 million – Restricted ($7.4 million Qualifying Offer)
Ray Allen, Boston Celtics – $10.0 million – Unrestricted
Landry Fields, New York Knicks – $0.8 million – Unrestricted
Carlos Delfino, Milwaukee Bucks – $3.5 million – Unrestricted
Nick Young, L.A. Clippers – $3.7 million – Unrestricted
Jamal Crawford, Portland Trail Blazers – $5.0 million – Player Option ($5.2 million)
Louis Williams, Philadelphia 76ers – $5.2 million – Early Termination Option ($5.4 million)
J.R Smith, New York Knicks – $1.4 million – Player Option ($2.6 million)
Mickael Pietrus, Boston Celtics – $1.2 million – Unrestricted
Courtney Lee, Houston Rockets – $2.2 million – Restricted ($3.2 million Qualifying Offer)
Rudy Fernandez, Denver Nuggets – $2.2 million – Restricted ($3.2 million Qualifying Offer)
DeShawn Stevenson, Brooklyn Nets – $2.5 million – Unrestricted
C.J. Miles, Utah Jazz – $3.7 million – Unrestricted
Shannon Brown, Phoenix Suns – $3.5 million – Unrestricted
Gerald Green, Brooklyn Nets – $0.4 million – Unrestricted
Marco Belinelli, New Orleans Hornets – $3.4 million – Unrestricted
James Anderson, San Antonio Spurs – $1.5 million – Unrestricted
Matt Carroll, Charlotte Bobcats – $3.9 million – Early Termination Option ($3.5 million)
Brandon Rush, Golden State Warriors – $3.0 million – Restricted ($4.1 million Qualifying Offer)
Tracy McGrady, Atlanta Hawks – $1.3 million – Unrestricted
Anthony Parker, Cleveland Cavaliers – $2.3 million – Unrestricted
Michael Redd, Phoenix Suns – $1.3 million – Unrestricted

                                                                                 Nicolas Batum büyük ihtimalle takımında kalacak.


Small Forward:

Gerald Wallace, Brooklyn Nets – $9.5 million – Unrestricted
Nicolas Batum, Portland Trail Blazers – $2.2 million – Restricted ($3.2 million Qualifying Offer)
Jeff Green, Boston Celtics – $4.5 million – Restricted ($7.2 million Qualifying Offer)
Grant Hill, Phoenix Suns – $6.5 million – Unrestricted
Matt Barnes, L.A. Lakers – $1.9 million – Unrestricted
Andres Nocioni, Philadelphia 76ers – $6.7 million – Unrestricted
Anthony Tolliver, Minnesota Timberwolves – $2.1 million – Unrestricted
Donte’ Greene, Sacramento Kings – $2.0 million – Restricted ($3.0 million Qualifying Offer)
Dahntay Jones, Indiana Pacers – $2.7 million – Player Option ($2.9 million)
DaJuan Summers, New Orleans Hornets – $0.8 million – Unrestricted
Steve Novak, New York Knicks – $1.0 million – Unrestricted
Rasual Butler, Toronto Raptors – $1.2 million – Unrestricted

                                                          İki NBA efsanesi, Kevin Garnett ve Tim Duncan'ın takımlarıyla tekrar anlaşması beklenmekte.


Power Forward:

Kevin Garnett, Boston Celtics – $21.2 million – Unrestricted
Tim Duncan, San Antonio Spurs – $21.2 million – Unrestricted
Michael Beasley, Minnesota Timberwolves – $6.3 million – Restricted ($8.2 million Qualifying Offer)
Brandon Bass, Boston Celtics – $4.3 million – Player Option ($4.3 million)
Kris Humphries, Brooklyn Nets – $8.0 million – Unrestricted
Kenyon Martin, L.A. Clippers – $2.5 million – Unrestricted
Carl Landry, New Orleans Hornets – $8.5 million – Unrestricted
J.J. Hickson, Portland Trail Blazers – $2.4 million – Restricted ($3.4 million Qualifying Offer)
Elton Brand, Philadelphia 76ers – $17.1 million – Early Termination Option ($18.2 million)
Antawn Jamison, Cleveland Cavaliers – $15.1 million – Unrestricted
Ryan Anderson, Orlando Magic – $2.2 million – Restricted ($3.2 million Qualifying Offer)
Anthony Randolph, Minnesota Timberwolves – $2.9 million – Restricted ($4.0 million Qualifying Offer)
Ronny Turiaf, Miami Heat – $4.4 million – Unrestricted
Boris Diaw, San Antonio Spurs – $9.0 million – Unrestricted
Ersan Ilyasova, Milwaukee Bucks – $2.5 million – Unrestricted
Darrell Arthur, Memphis Grizzlies – $2.0 million – Restricted ($3.0 million Qualifying Offer)
Louis Amundson, Indiana Pacers – $2.4 million – Unrestricted
Jason Maxiell, Detroit Pistons – $5.0 million – Player Option ($5.0 million)
Jordan Hill, L.A. Lakers – $2.9 million – Unrestricted

                                                     Roy Hibbert da piyasının gözde isimlerinden. Celtics'in yolunu tutması ihtimali kulislerde konuşuluyor.

Center:

Roy Hibbert, Indiana Pacers – $2.6 million – Restricted ($3.7 million Qualifying Offer)
Brook Lopez, Brooklyn Nets – $3.1 million – Restricted ($4.2 million Qualifying Offer)
Chris Kaman, New Orleans Hornets – $12.7 million – Unrestricted
JaVale McGee, Denver Nuggets – $2.5 million – Restricted ($3.5 million Qualifying Offer)
Marcus Camby, Houston Rockets – $12.9 million – Unrestricted
Spencer Hawes, Philadelphia 76ers – $4.1 million – Unrestricted
Kwame Brown, Milwaukee Bucks – $6.8 million – Unrestricted
Robin Lopez, Phoenix Suns – $2.8 million – Restricted ($4.0 million Qualifying Offer)
Jermaine O’Neal, Boston Celtics – $6.2 million – Unrestricted
Nazr Mohammed, Oklahoma City Thunder – $3.8 million – Unrestricted
Omer Asik, Chicago Bulls – $1.9 million – Unrestricted
Semih Erden, Cleveland Cavaliers – $0.8 million – Unrestricted
Ben Wallace, Detroit Pistons – $2.2 million – Unrestricted
Mehmet Okur, Portland Trail Blazers – $10.9 million – Unrestricted
Greg Oden, Portland Trail Blazers – $1.5 million – Unrestricted

                                                                                 Michael Beasley'nin talipleri de oldukça fazla.
 

Bunlar dışında da oyuncular var ama pek göz önünde olacaklarını söyleyemem. Çoğu seçilmeyecek belki de o isimlerin tekrardan. Genel olarak ön planda olan oyuncular bunlar. Biraz da bazılarıyla ilgili dedikodulara göz atmayı planlıyorum başka bir yazıda. Kısaca göz atacak olursak ama;

*** Steve Nash'in Miami Heat yolunu tutması çok muhtemel bir senaryo. Eğer olursa seneye şampiyonluğun en ama en büyük adayı Heat olacak. Nash-Wade-Lebron-Bosh-X. 4 kişi bile çıkmaları yeterli olabilir sahaya. Bir diğer dedikodu da Dallas'ın yolunu tutup Nowitzki ile beraber oynaması durumu. Üçüncü senaryo ise kendi takımında kalması, bence ilk iki senaryodan birinin olması gerek çünkü Nash'in yüzüksüz ayrılması üzücü olur. Orlando Magic ve New York Knicks de ihtimaller dahilinde.

*** Tim Duncan hakkında tek senaryo var, o da Spurs ile devam etmesi. Onun dışında herhangi bir şey çok çok büyük sürpriz olur.

*** Michael Beasley'e de 3 takım talip; Golden State Warriors, Milwaukee Bucks, Sacramento Kings.

*** Ray Allen'a Los Angeles Clippers ve Chicago Bulls talip, ama Clippers'a çok daha yakın.

Şimdilik tüm dedikodulardan bahsetmiyorum ve diğer yazıya saklıyorum. Hem biraz daha net bilgiler elde etmiş olurum ve daha sağlıklı fikirler yürütülebilir böylece.

                                                      Jeremy Lin'in de nasıl bir yaz sezonu geçireceği, hangi takımın formasını giyeceği merak konusu.

Not: Sayfanın üst yan tarafında gördüğünüz anketimize oy vermeyin unutmayın.

Blog yazarına ulaşmak için: " http://twitter.com/#!/eraykskci "

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. NBA ile ilgili paylaşmak istediğiniz fikir ve yorumlarınızı da ulaştırırsanız (serilerin yorumu gibi), blogda isminizle yayınlanacaktır. Herkese iyi günler.

Dream Team Belgeseli


NBA geçtiğimiz günlerde, yani 3 gün önce Dream Team'in 20. yılı nedeni ile bir belgesel yayınladı. Belgesel 69 dakika sürüyor. Kesinlikle izlenmesi, izletilmesi gerek. Yabancı dil gerek biraz ama, izlemeniz bile yeterli olacaktır. Çünkü daha önce hiç ortaya çıkmamış görüntüler var. İzlemek isteyenler buraya tıklayıp indirebilir.

Dream Team'i basketbolla ilgilenen hemen hemen çoğu kişi bilir. Efsane bir kadroydu dememe gerek bile yok, hemen şöyle bir yazayım hatta kimler var diye: Pek tabi ki Michael Jordan (Bulls), Scottie Pippen (Bulls), John Stockton (Jazz), Karl Malone (Jazz), Larry Bird (Celtics), Patrick Ewing (Knicks), Magic Johnson (Lakers), David Robinson (Spurs), Charles Barkley (Sixers), Chris Mullin (Warriors). Bunlar seçilen ilk 10 isim olmuşlardı. Daha sonra bu isimlere 2 yeni oyuncu daha eklendi, biri Clyde Drexler (Blazers) oldu, ki kendisi Pistons'tan Isiah Thomas ile yarışmıştı girmek için ve seçildi, diğeri de Duke Üniversite'sinden Christian Laettnerr. Laettnerr Shaq ile yarışmıştı bir nevi ve onun önünde seçildi takıma. Profesyonel tecrübes olmayan tek oyuncusuydu takımın.


Takım hakkında çok çok ünlü olan bir efsane vardı, ki bunun doğru olduğunu biliyoruz. O olayı da şöyle anlatayım: Takım tek bir mağlubiyet almıştı. O mağlubiyet de bir kolej takımına karşıydı. İnanması gerçekten zor aslında. Tüm dünyayı dize getiren bir efsane kadronun kolej takımına yenilmesi, olacak iş değil. Belgeselde de bu yenilginin görüntüleri var, başka yerde bulamazsınız. O mağlubiyetten sonraki gün yine aynı takımla oynayıp yerle bir etmişler, tek bir sayı bile yemeden kazanmışlar o da ayrı tabi ki. Bir kaç söze bakalım hatta o günlerle ilgili:

Chris Webber (Kolej takımından) : Havaalanından Larry Bird ile beraber döndüm. Çok çok büyük bir gururdu. Çok iyi bir adamdı, bol bol muhabbet ettik. Sonra arabadan indik, bavullarımı alırken Larry bana döndü ve "İyi uyu, yarın kıçına tekmeyi basacağım ve bütün hafta bunu unutamayacaksın." dedi.


Allan Houston (Kolej takımından) : Salona geldiğimizde, yine bu balkon vardı, içeri girmedik ve yukardan izledik. Endişeliydik. Aşağı baktık, Barkley smaç basıyordu. Jordan topu çalıyor ve inanılmaz hareketler yapıyordu. Durduk ve "Bunları antremanda bile mi yapıyorlar?" dedik.


Ayın 24'ünde, Haziran ayı, kolej takımı ile Dream Team karşı karşıyaydı ilk antreman maçında. Tarihe de geçti o maç, devam sözlere:

Allan Houston : Çok alışık olmadıkları bir oyun stilinde oynadık. Kaybedecek hiç bir şeyimiz yoktu ve bunu da gösterdik. Penny bir kaç smaç bastı, ben ise isabetler buldum. Herkes mükemmeldi.


Penny Hardaway (Kolej takımından) : Onlar "Bu oyuncuları biraz ısınalım diye gönderdiler.Fazla bir şey yapmamıza bile gerek yok kazanmak için, birazdan maçı alacağız ve bir kaç fotoğraf imzalayıp eve döneceğiz." diye düşünüyorlardı. Ama ne kadar yetenekli olduğumuzun farkında değillerdi.

Charles Barkley: Onları ilk gördüğümzde açıkçası bebekler gibiydiler. Kendi kendimize "Bu çocukları fazla üzmeyelim." dedik. Ama onlar sanki bir serinin 7. maçıymış gibi oynadılar. Kendimize gelemeden de kazanmışlardı zaten."


Allan Houston: Maç bitmişti ve biz kazanmıştık. Bu olamazdı, kimse bir kaç dakika boyunca bir şey söylemedi.

Allan Houston: Larry Bird otelde bize "Yarın yeni bir gün olacak merak etmeyin." dedi. Biz de derin düşüncelere daldık. Ve yarın olduğunda, gerçekten yeni bir gün oldu. (Gülüyor)

Charles Barkley: Onlara küçük bir mesaj verdik.

Chris Webber: Tek bir sayı atamadık, foul çizgisinden bile. Bu çok kötü. Biz onları uyandırdık, onlar da bize ne olduğumuzu hatırlattı.


Böyle bir iki maçlık serüvendi. Gerçekten eğlenceli bir anı olduğu kesin iki taraf için de. Dream Team gerçekten çok büyük bir takımdı, çok büyük. Karşı takımlar bırakın maçı kazanmayı, hatta maçı oynamayı bile geçtim, fotoğraf çekmeye çalışıyorlardı. Hemen bir kaç söze daha göz atalım:

Nathaniel Butler (NBA fotoğrafçısı) : Kenarda oturuyorduk. Magic arkasındaki oyuncuya sırtını dönmüş potaya yükleniyordu, ve arkadaki oyuncu da kendi bench'ine "Şimdii! Şimdii!" diye bağırıyordu, benchteki oyuncu ise elinde kamerayla fotoğrafını alıyordu hemen o anın.

Hubbard: Bir keresinde Venezuela'ya karşı oynadıklarında Magic'i savunan oyuncu maç boyunca "Hey, ayakkabılarını istiyorum, ayakkabılarını istiyorum adamım!" diye konuşuyordu. Magic de "Ayakkabılara ihtiyacım var." demişti.


Takım Amerika'daki turnuvada sırasıyla Küba (79 farkla), Kanada (44 farkla), Panama (60 farkla), Arjantin (41 farkla), Porto Riko (38 farkla), ve Venezuela'yı (47 farkla) devirerek şampiyon oldu.

Olimpiyatlarda ise durum hala aynıydı. Sırasıyla Angola (68 farkla), Hırvatistan (33 farkla), Almanya (43 farkla), Brezilya (44 farkla), İspanya (41 farkla), Porto Riko (38 farkla), Litvanya (51 farkla) ve Hırvatistan'ı (32 farkla) devirdiler.

Olimpiyatlarda tüm 8 maça da başlayan tek oyuncu vardı takımda, tahmini zor değil. Michael Jordan. Turnuvayı da 43.75 fark ortalaması ile kapatmışlardı diye de ekleyeyim.

Belgesele geri dönecek olursak, mutlaka izleyin, tekrar söylüyorum. 1 1 buçuk saatinizi ayırıp göz atın, bir basketbolsever olarak oldukça hoşunuza gidecektir. Yukarıdaki röportajların orjinal hallerine ve çok çok daha fazlasına da aha da buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Belgeselde neler var diye kısaca göz atarsak genel olarak;

*** Tüm takımla birebir röportajlar,

*** Bahsettiğim gibi takımın tek mağlubiyetinden görüntüler ve ayrıntılar,

*** Takımın nasıl oluşturulduğuyla ilgili detaylar,

*** Takım hakkında diğer oyuncular, koçlar ve görevlilerle yapılan röportajlar.






Not: Sayfanın üst yan tarafında gördüğünüz anketimize oy vermeyin unutmayın.

Blog yazarına ulaşmak için: " http://twitter.com/#!/eraykskci "

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. NBA ile ilgili paylaşmak istediğiniz fikir ve yorumlarınızı da ulaştırırsanız (serilerin yorumu gibi), blogda isminizle yayınlanacaktır. Herkese iyi günler.


11 Haziran 2012 Pazartesi

Bir Michael Jordan Klasiği: Flu Game


1997 NBA Finalleri. Beşinci maç. 11 Haziran. Yani tam 15 yıl önce bugün. Utah Jazz vs Chicago Bulls. Bulls ilk iki maçı evinde almış, sonraki 2 maçı evinde Utah kazanmış. 2-3-2 formatı olduğundan 5. maç da Utah'ta. Heyecan dorukta. Neler olacağını herkes merak ediyor.

Maçın oynanacağı günün sabahındayız. Hatta daha sabah bile olmamış, gece yarısı denilebilir. Jordan birden uyanıyor; midesi bulanıyor. Terler içinde kalmış. Öleceğini bile düşünüyor. Sonraları o geceyi kendi ağzıyla şöyle anlatıyordu: "Çok korkmuştum, çok. Bana neler olduğunu anlayamıyordum." Önce kabus olduğunu düşünüyor, sonraysa öyle olmadığını ve çok hasta olduğunu görüyor. "Felç olduğumu bile düşünmüştüm."


Yataktan kalkıyor bir an, tek başına, Utah'ta bir otel odasında o an. Başı dönüyor. Midesi hala felaket durumda. Birinin yiyeceğine uyuşturucu koyduğunu düşünüyor bir an. Sonra da maç aklına geliyor, seri 2-2'ye gelmiş, 5. maç Utah'ta. Ve Jordan bu halde.

Hemen Bulls'un sağlık ekibinden birilerini çağırıyor, çok hızlı bir şekilde geliyor odaya görevli. Ve tanı olarak yemekten zehirlendiğini veya bir mide virüsü kaptığını söylüyorlar. "5. maçta oynaman imkansız, hiç ihtimal yok."

Jordan idmanları kaçırıyor. Maç günü de katılamıyor. Ama onun adı Jordan, Michael Jordan. O NBA demek, NBA Jordan demek. Kayıtsız kalamaz. Maçtan üç saat önce, sadece üç saat önce odasından çıkıyor. Delta Center'a doğru gidiyor, maçın oynanacağı sahaya.

1buçuk saat sonra Jordan sahaya varıyor. Kapıdan giriyor, Scottie Pippen görüyor onu bu anda. "Çok kötü görünüyordu, o şekilde oynamasının imkanı yoktu. Onu daha önce hiç öyle görmemiştim, çok kötüydü. Demek istediğim; gerçekten çok kötüydü."


Jordan soyunma odasına gidiyor, gözlerini kapatıyor. Maçı düşünüyor, koştuğunu, şut attığını, ribaund aldığını, turnikeye girdiğini. Sonra yavaşça formasını giriyor, odadan çıkıyor, parkeye geliyor. Çok kötü görünüyor Pippen'ın dediği gibi. Phil Jackson'ın yanına gidiyor: "Oynayabilirim. Maç içerisinde çok kötü hissedersem söyleyeceğim."

38 derece ateşiniz olduğunu düşünün. Yataktan kalkamazdınız. Hadi kalktınız, mutfağa gidersiniz en fazla. Hadi dışarı çıkın, gezin dolaşın gelin. Hadi biraz daha ileri gidip 5 10 dakika koşun edin. İyice kötü olursunuz, zaten yapamazsınız bile bunları. Ama bu adam, hani şu Michael Jordan denilen adam, hani şu bu oyunun kralı olan adam, hani tarihin en iyi basketbolcusu denilen adam, maça çıkıyor. NBA Finali maçına, yenilse 3-2 geri düşeceği bir maça, hem de deplasmanda, Utah'ta. O ateşle böyle bir maça çıkıyor. Hayal ederken benim başım ağrıyor, benim midem bulanıyor. Ben halsizleşiyorum.


Maç başlıyor. İlk çeyrek. Jordan etkili olamıyor, varlık gösteremiyor. Koşamıyor bile yeterince. Kenara alınıyor, iyice bitkin düşmüş. Gözlerini kapatıyor. Ne düşünüyor o an bilemiyoruz. Mola alınıyor. Moladan sonra ayağa kalkarken bile çok zorlanıyor, gerçekten bitmiş bir durumda. Luc Longley, Bulls pivotu, o anı böyle anlatıyor: "Ayağa bile kalkamıyordu, doğrulamıyordu."

İkinci çeyrek, fark 16. Utah lehine tabi ki. Bir anda Jordan'a bir şeyler oluyor. Adeta boyut değiştiriyor. Başka bir aleme geçiyor. Koşmaya başlıyor, zıplıyor, şut kullanıyor. İsabet buluyor. Jordan göğe doğru yükseliyor belki de o an. İzleyenler şokta. Tam 17 sayı bırakıyor Utah potasına o çeyrek. Fark da 4e iniyor. Yeniden doğuyor. Devre arasında ise şunları söylüyor: "Bu tamamen istek ile ilgili. Ayakta kalmak için, güçlü kalmak için gereken enerjiyi buldum."


Üçüncü çeyrek Jordan yine bitkin düşüyor, halsiz kalıyor. Koşamıyor. Fark tekrar açılıyor. Dördüncü çeyreğe girilmek üzereyken herkes artık Jordan'ın tamamen tükendiğini düşünüyor. Jordan da o anları "Üçüncü çeyrekte o yakaladığım rüzgarı kaybettiğimi düşündüm, tekrar iyi oynayamıyordum. Dördüncü periyotta neler yapabileceğimi düşünmeye başlamıştım, sadece biraz daha dayanmak zorundaydım. Son bir enerjiye ihtiyacım vardı."


Başlıyor dördüncü çeyrek, fark 8. Jordan'a tekrar bir şeyler oluyor, coşuyor. 10-0lık seri yakalıyor Bulls, bitime 5 dakika kala da 2 farkla öne geçiyor. 7 sayı Jordan'dan geliyor o arada. Toplamda da 33e ulaşıyor, skor 79-77. Bitime 3 dakika kala Stockton üçlük bulup Utah'ı 3 farkla öne taşıyor; fakat Jordan hızla gelip ikiliği buluyor, fark yine 1.


Şimdi bir an o maçı oynayan bir Utahlı olduğunuzu düşünün. Karşınızdaki takımın en iyi oyuncusu, aynı zamanda tarihteki en iyi oyuncu, 38 derece ateş ile oynuyor. Ama maçı hala koparamamışsınız, hem de onun yüzünden. 33 sayı atmış potanıza. Ne kadar ümitsizleşeceğinizi düşünebiliyor musunuz? Ben o an orada olsam, maçı bırakırdım. Ben, o an orada olsam, "Tanrı Jordan'a kıyak geçiyor, en iyi basketbolcuya torpil yapıyor. Bu maçı ona verecek, hiç şansımız yok. Karşımızda sadece o yok, tüm bir evren var. Ne yapsak boş, bu maç Jordan o yataktan kalkıp buraya gelmeye karar verdiğinde bitmişti. Bu maç, çoktan bitmişti. Boşuna oynadık" derdim. Çaresizlikten gerçekten oynamazdım. Saygımdan oynamazdım. Korkumdan oynamazdım. Şaşkınlıktan oynamazdım. Sinirden oynamazdım. Öfkeden oynamazdım. Oynayamazdım.

Maça dönüyoruz. 46.5 saniye var, Jordan'a Stockton foul yapmış, foul çizgisinde Jordan. Sadece Jordan değil, bütün bir evren orda. Bütün enerjiler orda. Jordan ilk atışını sayıya çeviriyor. 85-85. İkinci atış, Canı biraz daha eğlenmek istiyor belki. Kaçırıyor Jordan. Ama Toni Kukoc alıyor ribaundu, daha doğrusu çeliyor topu. Jordan ani refleksle kapıyor, Pippen'a bırakıyor, Pippen sıkışınca tekrar Jordan'a veriyor. Alıyor, şutunu kullanıyor üç sayı çizgisinin arkasından, zaman duruyor. Bütün saha, bütün Utah, bütün Amerika, bütün dünya nefesini tutuyor. Top gidiyor, gidiyor, basket. Potaya bile değmeden hem de, deliksiz hani. 88-85. O çeyrekte 15, tüm gecede 38. sayısı.


15 saniye kala fark yine 1, ama 6 saniye kala tekrar 3. Sonra üçlüğü kaçırıyor Hornacek, sonrasında da maç bitiyor. Jordan ilk devre 23, ikinci devre 21 dakika oynuyor. Tam 44 dakika. 44. Kırk-dört. 38 derece ateş, 44 dakika, NBA Finali, deplasman. Jordan maç sonrasında "Hayatımda gördüğüm en zor şeydi bu, en imkansızıydı. Sadece bir basketbol maçını kazanmak için neredeyse ölecektim. Eğer yenilseydik, yıkılırdım." diyordu, Phil Jackson ise "İçinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle, yani final serisi için çok önemli bir maç olmasından dolayı, bence bu Michael Jordan'ın kariyerindeki en unutulmaz andı, Jordan'ın oynadığı en büyük maçlardan biriydi. Sadece ayağa kalkmak bile onu terletiyor ve başının dönmesine sebep oluyordu. Efsane bir performanstı, onu efsane yapan performanslardan en önemlisiydi." diye konuşuyordu.

Scottie Pippen'a dönüyoruz son olarak; "En büyük o, bu akşam herkes neden öyle olduğunu gördü."

Maç sonrası Jordan Pippen'ın üstüne yığılıyordu adeta, NBA tarihine geçiyordu bu görüntü de:


İşte Michael Jordan, bu yüzden Michael Jordan'dı. Onu öldürmeden durduramazdınız, durmazdı. Yapamazdınız. Jordan eğer o sahadaysa, kazanamazdınız. Ne yaparsanız yapın. Basketbol herkesin oynadığı, ama sonunda Jordan'ın kazandığı bir oyundur.

Not: Sayfanın üst yan tarafında gördüğünüz anketimize oy vermeyin unutmayın.

Blog yazarına ulaşmak için: " http://twitter.com/#!/eraykskci "

Gün içerisinde sorularınızı ve önerilerinizi bu twitter adresinden bana ulaştırabilirsiniz. NBA ile ilgili paylaşmak istediğiniz fikir ve yorumlarınızı da ulaştırırsanız (serilerin yorumu gibi), blogda isminizle yayınlanacaktır. Herkese iyi günler.