29 Temmuz 2013 Pazartesi

Pink Floyd - Comfortably Numb (Earl's Court, Londra - 1994)

Giriş Notu: Bu yazıyı Comfortably Numb'ın gelmiş geçmiş en güzel ve en eşşiz, en taklit edilemez versiyonu için yazıyorum, stüdyo kaydı için değil. Bana kalırsa bu versiyonuyla tarihin de en etkileyici, en vurucu şarkısı olmayı başarmıştır bu şarkı, şuradan izleyebilirsiniz, dinleyebilirsiniz:


"Hello, (hello, hello, hello) ... 
Is there anybody in there?"

"Bir insanın en derin, en zayıf, en yalnız, en karanlık, en sessiz, en eşsiz, en bulanık, en ulaşılmamış duygularına veya düşüncelerine, ya da korkularına, ya da bir nevi kendi özel odasına ulaşacak nitelikte bir şarkıya nasıl bir giriş yapılabilir?" sorusunun cevabını okudunuz o iki satırda. Roger Waters'ın o eşsiz düşünce evinin çatı katından damlayan iki küçük su damlası, Richard Wright'ın ruhunun en derinlerinden gelen iki sessiz çığlık. Tarih sahnesinin en vurucu saniyelerine doğru çekilmeye başladığınız an size eşlik etmeye başlayan iki satır. Veya uzayınızda hiçbir anormal etki olmaksızın dönüp dururken kendi çevrenizde, belki de başkalarının hayatlarının çevresinde, bir anda etki alanına girdiğiniz bir karadelikten gelen iki satır. Her zamanki gibi kendinize ait küçük köşenizde kurulmuşken, bir gün daha hiçbir şey yapmadan ertesi gün yapacağınız yine "hiçbir şey"in planını kurarken bodrum katınızda yankılanmaya başlayan iki satır. Doğarken elinize verilen ve hayatınız boyunca çeşitli renklere boyadığınız, belli zamanlarda sizin için önemli olan insanlarla beraber renklendirdiğiniz, dönüp bir kere bile bakmadığınız için aslında ne kadar da düzensiz ve rahat edici olduğunu göremediğiniz o tuvali baştan sona siyaha bulayan iki satır.

Müziğin eşsiz gücüne inanmayan insan için sadece iki cümleyken bunlar, müziği hisseden insanı tüm evrenin en tepesine oturtup 10 dakikalık şova hazırlar. Daha dünya algısı oluşmadan başlayan süreçle dünya algınızın küçük bir illüzyon olduğunu anladığınız o son ana kadar geçen süreç içerisinde geçirebileceğiniz en anlamlı 10 dakikaya.

"Just nod if you can hear me.
Is there anyone at home?
"

En tepeye oturmuşken tam, yaşadığınız o en dipteki hayatı en tepeden görebileceğiniz yerde olacakları beklerken, bunun bir hayal değil; aksine en az aldığınız nefes kadar gerçek olduğunu hatırlatan iki cümle, iki satır daha. "Burdayım" demek isteyeceğiniz, ama diyecek gücünüzün kalmadığını görüp Roger'ın bunu önceden nasıl anladığını çözmeye çalışırken kafanızı sallatan iki satır. Şovun hazırlıklarına geçilen iki satır.

"Come on, now...
I hear you're feeling down.
Well I can ease your pain
And get you on your feet again.
"

Nereden geldiğini anlayamadığınız o sesin kaynağını aramaya başladığınız, endişeyle karışık heyecana kapıldığınız, ama sesin doğaüstülüğüyle sakinleşmeye de başladığınız saniyeler. Kendi içinize doğru adım adım çekildiğiniz, kendi içinize çekildikçe giderek özgürleştiğiniz saniyeler. Sınırlarınızın ne kadar dar olduğunu farkederken, sınırlarınız içinde ezilip giderken ruhunuza işleyen yardım sözleriyle aydınlandığınız saniyeler. En karanlık hislerinize doğru sürüklenirken, en ıslak gözyaşlarınızın tam ortasında debelenirken, kimsenin olmadığı o en yalnız ve sessiz köşenize çekilirken, kendi sesinizin sizi kendine çağırdığı saniyeler.

"Relax (relax, relax, relax) ... 
I need some information first.
Just the basic facts
Can you show me where it hurts?
"

... Düşünüyorsunuz, daha önce hiç böyle huzur veren bir ses olup olmadığını. Hücrelerinizin çalışmayı bırakmayan, büyülenmemiş son bir kaç tanesiyle "Richard Wright..." diye sayıklarken düşünüyorsunuz, "Şimdi ne olacak?" . Ruhunuzun en acıyan yerlerine değdiğini hissediyorsunuz bu satırların. Kelimelerin arasına sığdığını hissediyorsunuz belki de acıların. Küçük teknenizle açılmaya korktuğunuz o büyük okyanusunuzun ortasında mahsur kaldığınızı anlıyorsunuz, sesin huzurlu olmasının nedeninin çaresizliğinizin büyüklüğü olduğu hissine kapılıyorsunuz.

"There is no pain, you are receding.
A distant ship, smoke on the horizon.
You are only coming through in waves.
Your lips move but I can't hear what you're saying.
 

When I was a child I had a fever
My hands felt just like two balloons.
Now I've got that feeling once again
I can't explain you would not understand
This is not how I am.
 

I have become comfortably numb."

Direnmeye çalışıyorsunuz; inkar etmeye, düş gördüğünüze kendinizi inandırmaya çalışıyorsunuz. Karşı koymaya, boşa yaşamadığınıza, duvarlarınızın olmadığına ikna etmeye çalışıyorsunuz kendinizi. Görmezden gelmeye çalışıyorsunuz, kendinizce saçmalık olan bu karmaşaya son vermeye çalışıyorsunuz. Mücadele ediyorsunuz ama o şevkatli el değiyor duygularınıza, isyanınız esnasında dirilen ruhunuzun bir parçası "David Gilmour" diye çığlık atarken sakinleşmeye başlıyorsunuz tekrar, tıpkı boynunuzdan enjekte edilmiş etorfin hidroklorid gibi hızlı etki ediyor Gilmour solosu.

"O.K. (okay, okay, okay) ...
Just a little pin prick.
There'll be no more ah (AHHHHHHHHHHHHH!)
But you may feel a little sick.
 

Can you stand up?
I do believe its working, good.
That'll keep you going through the show
Come on it's time to go.
"

Şova az kalmışken tekrar kendinize geliyorsunuz, yerinize oturuyorsunuz, bir şey hissedemeden. Tekrar son bir şeyler söylemek için atılıyorsunuz öne, isyan amaçlı değil, her şeyi kabullenmiş bir şekilde, şovdan önceki son sözlerinizi söylemek için, David Gilmour'un solosunda hayatı izlemeden önceki son sözleriniz.

"There is no pain, you are receding.
A distant ship, smoke on the horizon.
You are only coming through in waves.
Your lips move but I can't hear what you're saying.
 

When I was a child,
I caught a fleeting glimpse
Out of the corner of my eye.
I turned to look but it was gone
I cannot put my finger on it now
The child is grown,
The dream is gone.
 

I have become comfortably numb."

Gilmour son kez konuşuyor sizin adınıza bu satırlarla. Başlıyor şov. 04:45'te. Tarihin gelmiş geçmiş en güzel gitar solosu başlıyor. Sanki sizin için yazılmış gibi, sizin ruhunuzda yankılanıyor. Deniziniz dalgalanıyor, duygularınızın üzerinde bir o yana bir bu yana gidiyorsunuz, tamamen istemsiz. Bir sonraki saniyeyi bilemeden. Her saniyeyiyse hakkını vere vere doldurarak. Gilmour ilahlaşıyor gözünüzde, en güzel saniyeleri gönderiyor size birer birer. Yolun sonunu o biliyor bir tek, bir sonraki adımınızı o biliyor. Siz tamamen çaresizken duygularınızın arasında, o sizi istediği yöne doğru götürüyor. Tapasınız geliyor, ağlayasınız geliyor, ama zaten gözyaşlarınızın arasında sürüklenirken ağlamanın anlamı ne olabilir ki?

Gerçeklikten bir insanı hangi notalar bu kadar uzaklaştırabilir? Bir insanı bir solo nasıl bu kadar aciz ve çaresiz hissettirirebilir? Bir insanı bir solo ne kadar derine çekebilir, bir insanın nefesini nasıl bu kadar kesebilir, bir insanı bir solo nasıl bu kadar ezebilir? Bir solo bir insana nasıl bu kadar şey anlatabilir, bir solo bir insanın ruhunu aynı anda nasıl hem çığlık çığlığa bağırtırken bir yandan sessizliğe gömebilir? Bir solo tüm hayatın anlamsızlığını bu kadar sert bir şekilde yüzünüze çarparken bir yandan da nasıl sadece bu solo için bile dünyaya gelmeyi istetebilir? Bir solo nasıl bu kadar yolu aydınlatabilir, 5 dakika boyunca karanlıktan yankılanırken? Nasıl ayırabilirsiniz hayalle gerçeği o canlı şovda tepede küre açılırken? O konser alanından daha iyi olan bir cennete nasıl inanabilirsiniz? Oradaki insanların hiç hareket etmeden kusursuz itaatleri altında nasıl daha üstün bir gücün varlığına bağlanabilirsiniz? Her bir notaya oradaki insanlardan her birinin ruhlarının çekilmediğini nasıl ispatlayabilirsiniz, dinlerken kendi ruhunuza sahip çıkabildiğinizden emin değilken?

Yüzlerce nota, bir solo, bir adam. David Gilmour. Solosuna ruhunu akıtan adam, solosuyla değil ruhuyla seslenen adam. Notaları ağlatan adam. Notaları ne kadar birleştirirse ruhu o kadar parçalayan adam. Bir kaç notayla hayatınızı önünüze seren adam. Parmaklarıyla gitarıyla sevişip tüm evreni anlamlandıran adam. Tüm bunları yaparken tek gram bile heyecanlanmayan, tüm o doğaüstülüğüyle ilah gibi duran adam. En iyisini yapmadıktan sonra bir işin anlamsız olduğuna inanan adam, her yaptığı iş "en iyi" sıfatını sonuna kadar hak eden adam. Tepeden tırnağa, notadan notaya eşsiz bir adam, var olanların en güzeli olan bir adam, gitarlarla konuşan adam, gitarların ilahı olan bir adam.

Comfortably Numb. Bir din yaratmak isteseydiniz, bu dinde cennet cehennem kavramlarına yer verseydiniz, cennete gidecek insanlara müjdeleyebileceğiniz en iyi şey Comfortably Numb. Cennette sonsuza kadar solosu çalınması gereken şarkı Comfortably Numb. David Gilmour'un parmakları dışında hiç bir varlığın daha iyi çalamayacağı bir soloya sahip bir müzik evreni Comfortably Numb. Ağlatan, daha çok ağlatan, daha çok ağlattıkça daha çok kopartan, gerçeklikten uzaklaştıran, damarlarınızdaki kanı durduran, kan yerine notalarla vücudunuzu dolduran bir şarkı Comfortably Numb.

Dünya üzerindeki hiçbir şarkı sizi yaşamdan bu denli koparırken bir yandan da yaşadığınızı sonuna kadar hissettiremez. Göğsünüze taşı koyup nefesinizi keserek sizi yaşamdan uzaklaştırırken, bir yandan da o taşın ağırlığıyla acı çektirip yaşama bağlayamaz başka hiçbir şarkı sizi. Önce kendi karanlık odanıza kapatıp sonra her bir gözyaşı tanenizi gökyüzünüzü aydınlatan bir yıldıza çeviremez başka bir şarkı. Ciddi ciddi uyuşturucu etkisi yapamaz başka bir şarkı, dinlerken bağımlı yapamaz. Yasaklanması gerektiğini iddia ede ede gezip dururken kendi içinizde, dinlemeden tek bir saniye bile geçirmemek istemenizi sağlayamaz başka bir şarkı.

Ruhunuzu alıp sallanan koltukta, loş ve nemli odasında geçmişine götüremez başka bir şarkı. Seni senden uzaklaştırırken kendi benliğine bu kadar yakınlaştıramaz, bu kadar zıtlığı bir arada bulunduramaz başka bir şarkı. Sadece "Just a little pin prick" sözleri sonrasında gelen prick sesiyle bile etkileyebilecek bir şarkı. "The child is grown, the dream is gone" sözleriyle sizi dağıtabilecek bir şarkı, öldürebilecek bir şarkı, uyuşturacak bir şarkı. Cenazenizde çalınacağını bilseniz ölmek istetecek bir şarkı. Ailenizle kavga ettiğinizde dinleyeceğiniz şarkı, sevgilinizden ayrılsanız dinleyeceğiniz şarkı, yakınınızı kaybetseniz dinleyeceğiniz, işinizden olsanız dinleyeceğiniz, ne zaman dibe vursanız dinleyeceğiniz bir şarkı.

Comfortably Numb. Hayatımın şarkısı. Hayatların şarkısı. Hayatın ta kendisinin şarkısı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder